TIFIL MUALLİM (ÇOCUK ÖĞRETMEN)-37

Abone Ol

“Burada yağmur yağdığını az buçuk kestirseydim, Sungurlu’dan hiç çıkmazdım” diyorum.

Haydar beni sevindirecek ikinci muştuyu veriyor.

“Kaygılanma Hocam!  Köyden yürüyerek gelmedik ya. İki asker, iki de biz, tam dört tane at ile geldik. Şimdi birisi de senin için.”

“Ya!” diyorum sevinçle. “İşte buna çok sevindim. İyi ki Müdü köprüsünde inmemişim. Sizi Allah çıkardı karşıma. Burada sizinle rastlaşma zamanlaması da harika doğrusu.”

“Filelerindeki öteberin için de kaygılanmana gerek yok! Bir de heybe var. Ona da filelerini koyar, rahat rahat gideriz.”

Coşkulu sevincim, sesime de yansımış olarak, söyleşimiz sürüyor:

“Hay yaşayasınız siz. Filelerdeki elbisemle, aldığım öteberiler ıslanmaktan kurtuldular desenize. Şimdi rahatladım açıkçası.”

Çelebi benden yana söze katılıyor:

“Kaygılanmakta haklısın Hocam. Ne demişler: “Mal canın yongasıdır” Ama istediği kadar kar ve yağmur yağsın, sorun değil artık. Değil mi ki atlarımız var. Kuş gibi uçurur, köye ulaştırır bizleri.

“Size rastlamasaydım, halim haraptı”.

“Benim bir de asker kaputum var. Onu da sana giydirdi mi, ıslanmaz üşümezsin,” diyor Haydar.

“Çok sağ olun” diyorum. “Ayağım yerden kesiliyor ya, bu bana yeter. Kaputunu giyemem. Sen giyin.”

“Giyersin, giyersin,” diyor Haydar. Korkma, bit pire yoktur.”

Gülümsüyoruz bu söz üzerine.

Bir süre daha oyalanıp söyleşiyoruz. Yağmur sürüyor. Dineceğe de benzemiyor.

ATLARLA

YOLCULUK

Haydar:

“Ne demiş atalarımız: “Yağar eser, yolcu yolunda gerek.” Bu yağmurun dineceği yok arkadaş. En iyisi kalkalım da bir an önce köyümüze ulaşalım” diyor. Kalkıyoruz.

Atları bitişikteki bir evin damındaymış. Çıkarıyorlar. Dört tane canlı taşıt. Elimdeki filelerin birini heybenin bir gözüne, diğerini de öteki gözüne yerleştiriyoruz. Heybenin bir gözünün tabanı ıslak ama yapacak başka bir şey yok artık. Heybeyi de bana verdikleri eyerli atın üzerine yerleştiriyoruz. Haydar tüm itirazıma karşın asker kaputunu zorla giydiriyor bana.

“Islanır da hasta olursan kim bakar sana Hocam?” diyor. “Köyde ailen de yok. Hem kim okutur köyün çocuklarını. Onun için sen kayırma bizi. Evvel Allah bir şey olmaz bize. Dayanırız biz bu havanın karına da yağmuruna da...

Çelebi tamamlıyor sözünü:

 “Dayanırız elbet, soğuğuna da ayazına da... Yeter ki sen ıslanıp hasta olma. Bize gelince. Düşünme sen bizi. Ne demişler; acı patlıcanı kırağı çalmaz. O nedenle bize bir şey olmaz.”

Teşekkür ederek biniyorum ata, heybenin üzerine. Onlar da bindikten sonra, boşta kalan atı da önümüze katıp, çıkıyoruz yağmur altındaki yola. Kaputun yakalarını kulaklarıma doğru kaldırıp, eteklerini de dizlerimin üstüne örtüyorum iyice. Heybeyi de ıslanmaktan korumaya çalışıyorum. Yağmur kırbaç gibi çarpıyor yüzümüze. Köyümüz doğu tarafta. Yağışın oluşturduğu pustan net olarak görünmüyor. Yer yer eriyen kardan, doğanın görünümü aklı karalı.

Karayolundan köy yoluna sapıyoruz. Ham yol çok çamurlu. İnsan yayan olarak bu yağmurda, çamurda nasıl yürür. Hele de elinizde, ya da sırtınızda yükünüz varsa, işiniz Allah’a kalmıştır. İyi ki Haydarlara rastladım diye düşünüyor, sevinip mutlu oluyorum. Dünkü şanssızlığımın yanında bu günkü şansım bir mucize sanki.

Yolun kimi yerlerinde yığıntı karlar var. Köye doğru, arazi oldukça dalgalı..8  54r. Hava da iyice sertleşmiş. Yağmurla birlikte kar da atıştırıyor. Dizginleri kavramış atları tepikleyerek, biraz daha hızlı gitmeye zorluyor; bir an önce köye ulaşmaya çalışıyoruz. Haydar’ın benim için yapmış olduğu bu özveriyi, yaşadığım sürece asla unutmayacağım. Yağmur her ikisinin de tepesinden girip tırnağından çıkıyor. Ama onlar hiç aldırmıyorlar.

“Sıkı sür atı Hocam!” diyor Haydar.

Atlar yiğit, artlar rahvan. Hiç zorlanmadan gidiyorlar. Karla karışık yağan yağmurdan ellerim yüzüm buza kesmiş. Ama hiç önemli değil. Değil mi ki ayaklarım yerden kesilmiş at üstündeyim. Daha ne isterim. Arada bir de heybenin içini yokluyorum. Elbisemin olduğu göz kuru ama diğer göz daha önce ıslanmış olduğundan, ıslaklık filedekilere de geçmiş. Üstelik kesme şekerin kese kâğıdı ıslanmış. Yırtılıp dökülmek üzere şekerler. Fileyi yavaşça çekip çıkarıyorum heybenin gözünden. Koltuğumun altına, kaputun içine alarak korumaya çalışıyorum.

(SÜRECEK)