Senin olmadığın bir bankta oturdum…
dün… gündüzden.
Yanımda sen…
yoktun.
Yerine rüzgâr vardı.
Ama saçlarımı değil,
hayalimi okşadı,
hem de... kalbim olmadan.
Sanki…
sanki başını omzuma koymuşsun gibi…
hayalde.
Ama omzumda sadece…
sessizlik yük oldu.
Senin sevdiğin şarkıyı açtım…
hani sadece ben duyayım diye.
Sözleri dudaklarımda,
tıngır mıngır bir tını…
kulaklarımda.
İçimden mırıldandım.
Sadece ikimize.
Sanki sen de eşlik ediyormuşsun gibi…
ama ne sen,
ne de yankı…
hiçbiri gelmedi.
Bir kahve yaptım, şekersiz.
Kendime.
Ama iki fincana böldüm.
Sen nasılsa içersin diye.
Hani o eski…
ama bizim olan fincana koydum.
İki kişilikmiş gibi yudumladım her seferinde…
Ama kupanın bir yanı hep…
boş kaldı.
Çünkü sen yokmuşsun.
Hiç olmamışsın gibi…
Fotoğrafına bakmadım bu gece.
Ezberim zaten seninle dolu.
Adını anmadı dudaklarım,
ama…
kalbim seni söylemeye devam etti.
Bir uzun heceymiş gibi.
Dilime değil,
ama yüreğime oturdun isminle.
Biliyor musun…
Sen olmasan da,
ben seni her yerde yaşıyorum.
Sanki varmışsın gibi.
Ama hiçbir yerde yoksun.
Adın var sadece.
Bir gün dönecekmişsin gibi…
ışığı açık,
kapıyı az aralık bırakıyorum.
Ama başka kimse girmiyor içeri…
kapı aralık olsa bile.
Ve artık anlıyorum…
yavaş yavaş.
Bir olmak istemekle…
bir olmak,
olmuyor.
Sen bir hayalsin.
Ben ise o hayalin
gönüllü tutsağıyım.
Sen kabul etmesen de.
Biz hiç olmadık.
Hep ben…
sadece ben…
sensiz,
gene ben.
Bir oluyormuşuz gibi yaşadım seni.
Kendime…
yalan söyleyerek.