Söyledim... :‘Duydu’ anlamına gelmez...
Duydu... :‘Doğru anladı’ anlamına gelmez...
Anladı... :‘Hak verdi’ anlamına gelmez...
Hak verdi…:‘İnandı’ anlamına gelmez...
İnandı... :‘Uyguladı’ anlamına gelmez...
Uyguladı... :‘Sürdürecek’ anlamına gelmez...
* * *
Benim “yaşam felsefemi belirlememde” çok büyük etkisi olan, Afyon Lisesi’ndeki Felsefe Öğretmenim Halil ÜNLÜ, bu eytişimi dilinden düşürmez; “...Bu felsefeyi benimseyip, yaşama geçirmemizin öneminden söz eder; bunun, yaşamımızın her evresinde gerekli olacağını...” söylerdi...
Sevgili öğretmenimin, bu konudaki ısrarlı telkinlerinin nedenini; ülke olarak yaşadığımız bunca kaostan sonra, şimdi çok daha iyi anlıyorum.
Bugün ben de (Halil Öğretmenim gibi düşünüyor) sorumluluk sahibi her insanın; “bu felsefeyi; benimseyip hayata geçirmesinin, gereğine” inanıyorum...
Ve diyorum ki, bu felsefe; “Ülkemin tüm anneleri / babaları, öğretmenleri, yöneticileri, bürokratları, siyasetçileri tarafından; kısacası ‘eğitme ve doğruyu / gerçeği anlatma misyonu’ olan insanlarımızın tümü tarafından benimsense ve uygulansa; bugün yaşadığımız acıları, sıkıntıları ve de sancıları yaşamazdık...”
Şöyle bir düşünün ve bir özeleştiri yapın lütfen...
Gidebildiğiniz kadar gerilere gidip, geçmişinizi sorgulayın...
Sizi dünyaya getiren annenizi / babanızı ve sizi geleceğe hazırlayan öğretmenlerinizi sorgulayın...
Çevrenize bakıp, çevrenizi sorgulayın...
Yaşadığınız kenti düşünün...
Bu kenti geçmişte ve bugün yöneten yöneticileri gözünüzün önüne getirip, onları sorgulayın...
İçinde bulunduğumuz günlerde, cadı kazanına dönen Ülkemizi ve ülkemizi yöneten sözüm ona siyasetçileri düşünün...
Ülkemizi geçmişte ve bugün yöneten yöneticileri, gözünüzün önüne getirip, onları sorgulayın...
Yaşanan pek çok acının, sıkıntının ve sorunların temelinde; annenizin, babanızın, öğretmenlerinizin, sizi yöneten yöneticilerinizin ve de sizi yönlendiren siyasetçilerin büyük kusurlarının olduğunu; aynı zamanda da bu sıkıntıları yaratan bireylerden birinin de kendiniz, evet kendiniz olduğunu göreceksiniz...
* * *
Bugün yaşadığımız acıların ve sıkıntıların nedeni; iyi eğitilmememiz, iyi yetiştirilmememiz, iyi yönlendirilip, iyi yönetilmememizdir...
Evet...
Genelde bizleri seven, bizlere düşkün annelerimiz, babalarımız; bizlerle ilgilenen öğretmenlerimiz, her daim oldu...
Nitelik ve nicelik olarak yetersiz de olsa; yurtsever ve iyi niyetli yöneticilerimiz ve de siyasetçilerimiz de oldu...
Ama yine de olmadı işte...
Bir şeyleri beceremedik...
Beceremiyoruz...
Neden?...
Çünkü bizi hayata hazırlayanlarda, bizi yetiştirip yönlendirenlerde ve bizi yönetenlerde; “Takip Bilinci ve Takip Kültürü” yoktu... (Hoş hâlâ da yok ya!)
Tamam, kabul...
Büyüklerimiz, her daim yapmamız veya yapmamamız gerekeni “söylediler” ...
Söylediler söylemesine de acaba söylediklerini, “duyduk mu / duymadık mı?” diye hiç araştırmadılar, arkamıza düşüp hiç takip etmediler ki...
“Söylediklerini, telkinlerini, iletilerini (mesajlarını)”, duymuş da olabilirdik; ama, acaba “doğru anlamış” mıydık? Hiç arayıp, sormadılar ki... Hiç takip etmediler ki...
“Doğru anlamış, doğru algılamış” da olabilirdik; ama, acaba “kendilerine ve telkinlerine hak vermiş” miydik?... Hiç takip etmediler ki...
Tamam... O an için “hak vermiş” de olabilirdik; ama, acaba onlara ve de bizden istediklerine, bizlere anlattıklarına “inanmış, ikna olmuş muyduk?” Hiç takip etmediler ki...
Evet... “inanmış” da olabilirdik... Olabilirdik olmasına da ama, acaba bu telkinlerini, bu isteklerini “uygular” mıydık?... Hayata geçirir miydik?...
Hiç araştırıp sormadılar ki...
Hiç takip etmediler ki...
Tamam... Belki o an için “uygulamış” olabilirdik; ama, acaba bunu “sürekli” hale getirir, uygular ve sürdürür müydük?...
Peşimize düşüp, hiç takip etmediler ki...
Evet... Onlar bizi kontrol etmediler...
Takip Etmediler...
Büyüklerimizden öyle gördüğümüz için; biz de öyle yaptık...
Biz de kendi çocuklarımızı / kendi kuşağımızı, Takip Etmedik...
Onlarla diyalog kurmadık...
Sadece, “Yap!” dedik, “Yapar” sandık...
“Yapmayın!” dedik,
“Yapmayacaklarını” sandık...
“Bu kadar anlattık, bu kadar söyledik... Eşek değiller ya... Herhalde anlamışlardır...” dedik...
Ama ardına düşüp, “ne yapıyorlar ne halt ediyorlar?” diye izlemedik... Sadece laf ürettik, emirler yağdırdık, kuru sıkı attık tuttuk...
Ama yaptığımız hiçbir işin, hiçbir sorunun ardına (sonuna kadar) düşüp, denetlemedik...
Kontrol etmedik...
Sonra?
Sonra arkamıza dönüp baktığımızda; felaketin acı gerçeğiyle karşılaştık... Hüsrana uğradık...
Çöküntüyü, yozlaşmayı gördük...
Nasıl hapazlandığımızı, nasıl hortumlandığımızı, nasıl kazıklandığımızı gördük...
Namussuzluğun ve şerefsizliğin türlerine ve türevlerine tanık olduk...
“Nasıl bu hale geldiğimizi” sorguladığımızda da bütün bu işlerin, “takipsizlikten, denetimsizlikten ve diyalogsuzluktan” kaynaklandığını anladık...
Anladık ama iş işten geçmişti artık...
Onun için her şey, karman çorman oldu... Ortalık ta, toz duman...
Şimdi Ulus olarak, geçmişten bugüne kadar yapıla gelen, bu tür hataların vebalini ödüyoruz.
Gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında; sürekli bozguna uğramamızın nedeni de bu... Muhataplarımızla diyalog kurmayı, onlara meramımızı anlatmayı beceremiyoruz... “Diyeceğimizi, dedik... Gerisi ona/onlara kalmış...” deyip, işin peşini bırakıyor, takip etmiyoruz…
Toplum olarak; konuşma, anlatma ve tartışma özürlüyüz...
Artık bütün sorunlarımızı; teker teker sil baştan ele alıp, bunların kökenine inip, hiçbir boşluk bırakmadan, kökten çözümler üretmemiz gerekiyor.