Sungurlu

“Sungurlu Beyazı”nda son hasat

Sungurlu’ya bağlı Ayağıbüyük köyünde farklı aroması, ince kabuklu, bol sulu ve kendine has görünümü ile 400 yıllık bir geçmişe sahip, adına festivaller düzenlenen "Sungurlu Beyazı" üzümünün 2024 yılı son hasadı yapılarak, Manisa Kırkağaca doğru yola çıktı.

Abone Ol

Üzüm hasadını yerinde incelemek üzere Kayıp üzüm avcısı ünlü Gurme Umay Çeviker’de, Selahattin Ambarkütük’ün daveti üzerine bağcıları ziyaret etti. Akşam ise Manisa Alaşehir’e 8 ton üzüm gönderildi. 
SUNGURLU BEYAZI’NIN HİKAYESİ…
Selahattin Ambarkütük, kendine has yorumuyla Sungurlu Beyazının hikayesini anlattı.
Ambarkütük şu görüşlere yer verdi: “1970’lı yıllara kadar Sungurlu merkezi ve köylerinde üzüm bağları vardı. Bazı bölgeler vardı ki Sungurlu’yu besliyordu. Köyde üzüm bağı olmayan köylü, köylü sayılmıyordu. Çünkü hazır yiyecek ve küplerle pekmezler yazdan-kışa depolanırdı. Ekşi pekmez, kara pekmez, çalma pekmez, pekmezden çeşitli yiyecekler elde ediliyordu. Başta harsıda mamurus, bazı köylerde gebil dediğimiz ekşi pekmezin çalkaması yapılırdı. 
Bulgur pilavı ile bir nevi kompostu, hatta o yıllarda Sungurlu’da şaraphane vardı, geceden üzüm satıcıları tarafından önünde kuyruklar oluşurdu. Şaraphane kapanıp buradan alımı durdurunca, üzümler yeterli Pazar olmayınca, köylülerde bağları çoğu söküp tarlaya dönüştürdü. Eskiden her evin bağı varken, son dönemlerde sadece her köyde birkaç evin bağı kaldı. 
Toplu bağcılık yapan tek köy Danacılı ve Ayağıbüyük köyü kaldı. Danacılı kara üzüm ve Hasan Dede Ayağıbüyük deden kalma bağların devamı olan Sungurlu beyazını üretimine devam etti. Bu köyümüzde genelde pekmez yapıyordu. Az miktarda pazara geliyordu, sonra köyde genç nüfus azalınca birçok bağda bakımsızlıktan lav oldu. 
Olanda pazara getiriyordu, istediği fiyata satamıyordu. Diğer üzümlerle aynı eş değerde tutuluyordu. Aynı fiyatlara satılıyordu. Ta ki kayıp üzüm avcıları, Mimar Umay Çeviker ve Gastronomi Uzmanı Levan Bağış’ın 2017 yılında bu üzümün izini sürerek, ulaşıp alım yapana kadar. Umay Çeviker ve Levan Bağış bey bu üzümü alımına başlayıp, üzümün üzüm diyarı İzmir Urla’ya kadar gidişinde, bu üzümün diğer üzümlerden ayıran özelliği ortaya çıkmış oldu. 
Her yıl farklı bölgelerde işlenmeye başladı. Kayseri’de Uluş Molu hanımın çiftliğinde işlendi, sonra yine üzüm diyarı Manisa Alaşehir’e gidişi, bu farklılığı gören üzüm diyarı Tokat’tan Dimes Dimitri devreye girdi, Trakya’dan Çamlıca firması…
COĞRAFİ İŞARET BAŞVURUSU YAPILDI
Bu sefer Ayağıbüyük Köyü talebe cevap veremez konuma geldi. Bağcılıkta bir hareketlilik başladı, yeni bağ dikimleri ve atadan kalan atıl bağlara bakım yapıldı. Ortalama 200 dönüm üzüm bağı olan Ayağıbüyük Köyü Sungurlu beyazı üzümü ile bir marka oldu. 
Bu hareketliliği ve farklılığı gören Sungurlu geçmiş dönem Belediye Başkanı Abdulkadir Şahiner ve Başkan Yardımcısı Sakine Sarıyüce, bu üzüme coğrafi işaret belgesi alınması girişiminde bulundu. Çorum’da bir danışmanlık firması ile anlaşarak, hiç zaman kaybetmeden tarafımdan gerekli bilgi ve belgeler verildi. Bu günlerde sonuca ulaşmak üzereyiz. 


SUNGURLU BEYAZI KEŞFEDİLDİ..
Kayıp üzümün peşinde, bir zamanların “Üzüm ambarı” Anadolu’nun unutulmuş üzümleri bir bir şarapçılığımıza kazandırılıyor… 
İstanbul Hilton otelinin görkemli salonunda tozlu şişelerdeki şaraplar kadehlere konuldukça, sessizlik daha da derinleşiyordu. Salondaki 40’ı aşkın şarap sever adeta nefeslerini tutarak yıllanmış şarapların renklerini inceliyor, sonra kadehlerde çevire çevire kokluyor, ardından da huşû içinde yudumluyordu. Hele son gelen 1973 şarabı, öncekilerden de etkileyiciydi. Sessizliği kürsüdeki masadan, şarabı üreten Kavaklıdere’nin sahiplerinden Ali Başman bozdu: “Benim firmada görev yapmadığım, henüz öğrenci olduğum o yıllarda tutulan kara kaplı deftere göre, bu şarap Boğazkere ve Yediveren üzümlerinden yapılmış…” Ads by Kiosked Neyse ki o kara kaplı defteri tutan önolog da yanımızdaydı. 99 yaşındaki Lütfi Hızel, “Yediveren üzümünü hiç duymadık… Nerede yetişirdi?” sorumuza, “İç Anadolu üzümlerinden Dimrit’in akrabasıydı” cevabını verdi. Ve sözlerini hüzünlü bir tonda tamamladı: “Evlâdım, bizim zamanımızda Anadolu bir üzüm ambarıydı…” Önemli bir bölümü şaraplık bin civarında üzümün yetiştiği “üzüm ambarı” Anadolu, 20. yüzyılın sonlarına ise üzüm fakiri olarak girmek üzereydi. Bağlarımıza Fransız ve İtalyan kökenli pek çok üzüm dikilirken Narince, Boğazkere, Öküzgözü ve Kalecik Karası gibi birkaç popüler çeşit dışında yerli üzümler ihmale uğramıştı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında şaraplık üzümleri geliştirmesi için kurulan Tarım Bakanlığı’na bağlı bağcılık enstitüleri, son yıllarda sofralık üzümlerle ilgileniyordu. Ziraat fakültelerinin deneme bağlarından şarap üretmelerine de son verilmişti. O kadar ki, dünyaya Türkiye’den yayılan enfes kokulu Misket üzümünün bağları bile azalıyordu. Neyse ki, bu kötü gidiş son zamanlarda tersine çevrilmeye başlandı. Müjdeyi vermek görevi de bize düştü… İngiltere’den ödül alan keşifler kaybolmakta olan Kalecik Karası’nın 1990’larda son asmalarından çoğaltılarak hayata döndürülmesinden bu yana, yine Ankara’dan Hasandede, Karadeniz’den Merzifon Karası, Ege’den Urla Karası, Akdeniz’den de Acıkara şarapçılığımıza kazandırılmıştı. Normalde sıradan sofra şaraplarında kullanılan Trakya’nın Kınalı Yapıncak ve Karasakız üzümleri de pilot projelerle iddialı şaraplara girebilmişti. Kırklareli’nin Papaskarası da canlanan üzümlerimiz arasındaydı. Son günlerde ise bunlara yenileri eklendi. Hem de uluslararası ödüllü bir projeyle… İngiltere’nin saygın şarap tüccarlarından, 47 yaşında ölen Geoffrey Roberts’ın anısına İngiltere’de konulan uluslararası ödülü kazanan proje, şarap tutkunu mimar Umay Çeviker’in önderliğinde hayat buldu. Çeviker, Mersin’in Mut ilçesine bağlı Çömelek köyünün 1.150 metre rakımlı bağlarında Gök üzümü ve Patkara’yı, Çorum’un Sungurlu ilçesinin Ayağıbüyük köyünün 1.024 metre rakımlı bağlarında da Sungurlu üzümünü keşfetti. Bu üzümlerle ilgili deneme ve analizler yapıldı, kaliteli şaraplara hayat verebilecekleri ortaya çıktı. Urla’daki Urla Şarapçılık da modern tesislerinde bu üzümleri 2017’de işleyerek “Discover” diye bir seri altında şişeledi. Şaraplar henüz öyle “dünyayı sallayacak” ilginçlik ve kalitede değillerdi ama yıllar içinde deneye-yanıla, yeni bağcılık teknikleri de uygulanarak ülkenin popüler şaraplık üzümleri arasına girebilirlerdi. Çok az sayıda, deneme niteliğinde yapılan bu üretimler piyasa dışı tutuldu, yolu Urla’ya düşenler için bir miktar ayrıldı. Güzel olan, her bir şişenin arkasında köyüne kadar kökenlerinin yazılması ve bağcılarının isimleriyle kendilerine teşekkür edilmesiydi. Dağ yamaçlarında “üzüm avı” Ege’nin bir ucundaki Urla’da bir yandan bu üzümler yeni çeşniler yaratır, yörenin bir başka üzümü “Gaydura” (ya da Gadura) da denemelere konu olurken, Akdeniz’in yüksek yaylalarında da üzüm avı devam ediyor… Bir dağın tepesinde yaşlı bir çobandan dinlediği Acıkara üzümünün son asmalarından birini, bir ağaca tırmanmış halde bulup çoğaltan ve şarap dünyasına kazandıran Likya Şarapları yeni üzümler buldu. Firmanın kurucusu Burak Özkan, coşku içinde yeni bir üzüm daha keşfedip şaraba işlediğini, adını da “Yenikara” koyacağının söylüyor. “Arkeo serisi adı altında, dünya şarapçılığına tekrar hayata döndürdüğümüz üzümlerle yapılan bir seri çıkaracağız. Ar-ge çalışması yürüttüğümüz üzümlerden bir yenisine de adını yeni koyduk, buna da ‘Likya Karası’ diyeceğiz. Kim bilir, belki bir gün Evliya Çelebi’nin 400 yıl önce ‘Elmalı’nın 7 elvan üzümü meşhurdur’ dediği 7 üzümü canlandırmış olacağız” diyor. Tarımda “yerli ve millî” olmanın önemini soğan ve patates fiyatlarının yarattığı şokla anlamaya başlayan ülkemizde, Fransızların “Bunlar sizin ulusal hazinelerinizdir” dediği yerel üzümlerimizin de değeri nihayet anlaşılıyor. Ama uzun yıllar çalışma ve ciddî bütçe ayırma gerektiren tüm bu çabaların eti-budu belli şarap üreticilerince sırtlanımlasın, Tarım Bakanlığı’nın ve üniversitelerin işin içinde olmaması da bunun sevincini gölgeliyor doğrusu…”