ŞU BİZİM İNSANIMIZ

Abone Ol

Toplum olarak çok iyi yaptığımıza inandığım özelliklerimizden biri de kusur bulma yeteneğimiz. Ancak, nedense bu üstün(!) yeteneğimizi hep başkaları üzerinde uyguluyor, sıra kendimize gelince hep başarısız olup bir türlü kusurlu bir tarafımızı bulamıyoruz. Dünyadaki tek kusursuz varlık biz miyiz yoksa?

İnsanların değerinin ancak öldükten sonra anlaşıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Takdir etmek, yüceltmek, alkışlamak yerine; küçültmeyi ya da aşağı çekmeyi marifet sayan bir toplumun üyesiyiz ve doğal olarak da düşünce yapımız buna göre şekilleniyor. İçimizden birilerinin bizi geçtiğini hisseder hissetmez, ilk olarak onu eski yerine nasıl çekeceğimizi düşünmeye başlıyoruz. Yani, onu kendimize örnek alıp hamle yaparak geçmeye çalışmak yerine, bir şekilde kabuğunu kıranlara kulp takmaya çabalıyoruz. Zaten en çok söylediğimiz sözlerden biri “Bizden adam olmaz.” ya da “Bizden adam çıkmaz.” değil mi? Bu kadar engellemeye rağmen yine de aramızdan çıkanları düşündükçe, gerçekten hak ettiğinin kat kat fazlasına layık olduklarını düşünüyor insan.

Tanıdık, tanımadık hiç fark etmez, iş hayatında birinin büyük bir gelişme gösterdiğini gördüğümüzde ilk tepkimiz hafiften dudak bükmek olur ve illâ ki altında bir şeyler ararız. “Kullandığı malzemeden çalıyor” deriz, “rüşvet dağıtıyor” deriz, “kaçak malzeme ya da işçi kullanıyor” deriz, deriz de deriz. Bahane bulamazsak da zaten B planı hazırdır: “Onda bu işi yapacak kafa yok, mutlaka bir akıl hocası vardır.” ya da “Eğer biz olsaydık, o işi böyle değil şöyle yaparak daha iyisini yapardık.” gibi hafiften mırıldanmalara başlarız. Gene mi tutmadı? Öyleyse C planını uygulamaya koyarız. “Bu işi daha önce filanca da yapmıştı canım; büyütmenin anlamı yok.”

Aile yapımız da bu düşüncelerle şekillenmiş. Eşimizi, çocuğumuzu başkaları yanında savunduğumuz kadar kendi yanlarında da savunuyor ya da takdir ediyor muyuz? “Aferin”, “teşekkür ederim”, “çok güzel yapmışsın” gibi takdir sözcükleri ağzımızdan ne kadar sıklıkta çıkıyor; en azından eleştiri kokan sözcükler kadar sıklıkta mı? Eşimize ya da çocuklarımıza “seni seviyorum” demeyeli ne kadar oldu? Yoksa hiç söylemedik mi?

Küçük bir öyküyle bitirelim sözü:

Bir İstanbul sabahı iskeleye yanaşan araba vapurundan işlerine yetişebilmek için telaşla çıkan yolcular hızlı adımlarla koşuştururken, onlarla birlikte gemiden inen adamın biri de hem yürüyor, hem de diğerlerine bakıyormuş. En önde koşturan birkaç kişiye bakarak şunları mırıldanmış:

-“Bunlar mutlaka büyük adamlar olur. Baksana nasıl istekli yürüyorlar. Çalışkan ve hırslı oldukları her hallerinden belli.”

Daha geride yürüyen adamlara baktığında da şöyle düşünmüş:

-“Bunlar da orta direk takımı. Kimi memurdur, kimi esnaf. Ne zengin olurlar, ne de aç kalırlar. Öylesine sürünüp giderler işte.”

Sonra daha en gerilerde ve ağır ağır yürüyenlere takılmış gözü ve söylenmiş:

-“İşte bunlar da ayak takımı. Şunlara baksana hiçbir amaçları yok. Kimi serseridir bunların, kimi de dilenci. Hırsızı, kapkaççısı hep bunlardan çıkar.”

Bu arada kafasını arkaya çevirdiğinde öylece bakakalmış. Çünkü vapurdan inenlerin içinde ondan daha geride hiç kimse yokmuş.

DÜŞÜNEN SÖZLER:

•Başkası düştü mü, "çürük tahtaya basmasaydı" deriz. Kendimiz düşünce, bastığımız tahtanın çürük olmasından şikâyet ederiz. CENAP ŞEHABEDDİN

•Yıkamakla çıkmayan tek pislik, kalplerde yağ bağlamış haset ve ard niyettir. ŞEMS-İ TEBRİZİ

•Kendi ışığına güvenen, başkasının parlamasından rahatsızlık duymaz. VİCTOR HUGO

•Beni çekemeyenler, besmele çeksinler. Yola gelmediler, bari imana gelsinler. ANONİM