Yemen melikesi –kraliçesi- Belkıs’ın, Sana’daki sarayını Kudüs’e cinler vasıtası ile bir anda göz açıp kapatıncaya kadar zamanda getirtmiş. Bu mucize üzerine Yemen melikesi müslüman olmuştur. Bu konu Kur’an’ın Nemil suresinde etraflıca ayetlerle bildirilmiştir.
Günlerden birgün, kanadı kırık bir serçe, Hz. Süleyman divanda iken sarayın penceresinden kendini divanın önündeki masaya atmış ve derviş kılıklı birisinin çeşmeden su içerken taş atıp kanadını kırdığını ve dervişten şikayetçi olduğunu bildirmiş.
Hz. Süleyman, kuşa; Şahidin var mı?
–Hayvanat, haşarat, cinler şahittir, onlar da senin hükmün altındadır, hüküm senindir, diyor.
(Not: Cin, melek ve şeytanın varlığı bir çok ayette sabittir. Ayrıca, zuhur eden olağanüstü hallerde tecrübe ile sabittir, latif, ruhi görünmeyen uzayda yer kaplamayan yani madde olmayan varlıklardır. İnkarları küfürdür. Mümini dinden çıkarır.)
Hz. Süleyman kanadı kırık serçenin müracaatı üzerine bu olayı gören cinleri topluyor, olayın faili dervişi veya derviş kılıklı (başında sarık, sırtında cübbe, elinde baston, saçlı sakallı Allah dostu görünümünde bir kişi) tesbit ediyor. Kuş ile dervişi sarayda divanda mahkeme ediyor.
Evvela kuşa soruyor; Olayı anlat, diyor.
Serçe; ben kırda çeşmeden kurnadan su içiyordum. Bu kişi geriden beni gördü ve yerden bir taş aldı, bana fırlattı. O anda su içtiğim için kendimi koruyamadım. Taş kanadımı kırdı. Kısas istiyorum. Onun da kolu kırılsın, dedi.
Hz. Süleyman, dervişe hitaben; neden taşı attın, kuştan ne zarar gördün, dedi.
Derviş; ben çeşmeye yaklaştım. Kuş beni gördü ve kaçmadı ve benden korkmadı. Kastım kanadını kırmak değildi ama taşı onu kaçırmak için attım ve kanadı kırılmış, affedin, dedi.
Bunun üzerine Hz. Süleyman, tekrar kuşa sordu; Neden bu adamı gördün bana bir zarar verebilir diyerek kaçmadın?
Kuş kendisini savundu.
Bu adam derviş kılıklı idi. Bundan bana zarar gelmez. Allah’ın adamı görünümü bu idi. Beni bunun kıyafeti aldattı. Meğersem göründüğü gibi değilmiş. Bana taş atmasını gerektiren bir hareketim olmadı, deyince;
Hz. Süleyman orada olayı gören cinlere, olay böyle mi oldu. Sizler oradaydınız dedi. Cinler, evet, olay aynen böyle olmuştur, dediler.
Bunun üzerine divandan karar çıktı.
“Derviş nasıl kuşun kanadını kırmışsa, kısasa kısas. Dervişin taşı attığı sağ kolu kırılacaktır. Ancak serçenin af ve bağışlama hakkı vardır” dediler.
Bunun üzerine dervişin kolunun kırılması için görevliler geldiler. Durumun ciddiyetini gören serçe işe karıştı.
-Bir şartla bu dervişi bağışlıyorum, dedi.
-Nedir şartın?
-Bunun kolunu kırmayın. Ancak bunu bir daha başkalarını kandırıp aldatmaması için insanlara emin görünümü veren, derviş kılığını buna yasak edin. Saçını sakalını kesin ki bu da normal bir vatandaş gibi olsun. İnsanlara buna kanmasınlar, deyince...
Divan bu öneriyi kabul etti.
Adamı derviş kılığından men ettiler. Herkes bunun suçlu birisi olduğunu bilmeleri için de başını, saçını sakalını usturaya vurdular. Böylece aleme ibret olsun, dediler.
Ey akıl ve izan sahipleri; “sığırın alası dışında, insanın alası içinde” derler. Allah’ın ve kulunun istediği bütün insanların hayvanları bitkiler yani doğa gibi oldukları gibi görünmelerin ister ve duruma göre vaziyet alırlar.
Bu bakımdan insanın kıyafeti içini yansıtmalı. Temiz giyinen bir insanın bu güzelliğini kötüye kullanıp içinin pisliğini gizlememelidirler. Mevlana’nın dediği gibi, aslında bu ameli münafıklık iki yüzlülüktür. Mevlana hazretleri bunu atasözü haline getirmiştir.
Ya olduğun gibi görün,
Ya da göründüğün gibi ol.
Fağtebiru ya ülül ebsar
Fağtebirü ya ülül elbab
İbret alın ey akıl ve görüş sahipleri. (Ayet)