Zülfü Livaneli, yıllarca “Türkiye’de sanıldığı gibi sağ-sol kutuplaşması yok. Felaket daha büyük ve daha vahim… Üç kutuplu bir Türkiye’ye doğru gidiyoruz. Halk; muhafazakârlık, laik milliyetçilik ve Kürtçülük ekseninde, üçe bölünüyor…aman dikkat… aman dikkat…” dedi, durdu.
Dedikleri de tek tek gerçekleşti.
AKP iktidarı, ülkeyi, bağırta bağırta, inlete inlete üçe böldü.
Bütün bunlara rağmen, (hâlâ) yüzsüzce “ülke birliğinden ve bütünlüğünden” söz eden AKP siyasetçileri, artık beni iğrendiriyor.
* * *
Elbet bugünlere gelinmesinde tek suçlu AKP iktidarı değil; 1950 yılından başlayarak tüm iktidarlar, suçlu.
Daha da ötesi, hiçbirimiz masum değiliz…
Bizler de suçluyuz…
En başta siyasiler olmak üzere, askerlerimiz, bürokratlarımız, seçenlerimiz, seçilenlerimiz, annelerimiz, babalarımız, öğretmenlerimiz ve din adamlarımız… herkes… herkes suçlu…
Farkında olmadan, el ele vermiş ülkenin altını oymuş; kendi ellerimizle, ülkeyi bölüp, parçalamışız.
Hiçbirimiz masum değiliz velhasıl…
Neyse…
Diyeceklerim bunlar değil…
Şu saatten, şu dakikadan sonra, daha fazla birbirimizi yemenin de bir anlamı yok.
Çünkü hiçbir şey; sıcak odalarımızdan, sıcak bürolarımızdan, yudumladığımız içki kadehlerinin ardından ya da hu çektiğimiz dergâhların içinden göründüğü gibi değil.
Gitmediğimiz, görmediğimiz yerler bizim değildir hesabı; gitmediğimiz, görmediğimiz yerlerde çok şeyler oluyor, çok şeyler dönüyor ama bizler ayırdında değiliz.
Artık asgari müştereklerde birleşmek, birbirimize karşı daha hoşgörülü olmak durumundayız.
Atı alan(lar) Üsküdar’ı geçmiş(ler) ve geçiyor (lar) çünkü…
* * *
“Türban” konusuna değinmek istiyorum.
İçimize sindirelim ya da sindirmeyelim; laikliğin simgesi konumunda olan Çankaya’mız, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le birlikte türbanlandı…
Yakıştı mı?
Yakışmadı elbet.
AKP iktidarıyla birlikte tekrar 1920 öncesine döndük.
Nerede Ulu Önderimizin dönemindeki birbirinden zarif, birbirinden şık giyimli hanımlar; nerede AKP iktidarıyla birlikte Ülkeyi, Ortadoğu’ya dönüştüren çağdışı giysili kadınlar.
Önemli mi?
Önemli elbet.
Tersyüz edilmiş bir devrim, tersyüz edilmiş kazanımlar.
Üzülmemek mümkün değil.
* * *
Ülkeyi ileri taşımak bir yana, yerinde saydırmayı, hatta geri götürmeyi hedeflemiş Demokrat Parti İktidarı, gerici zihniyete çanak tuttu.
1950 tarihinden itibaren, Demokrat Parti tarafından tüm kazanımlar tersyüz edilmeye başlandı.
Nitekim bugünlerin zemini, o günlerden hazırlanmaya başlandı; bayağı da bir yol kat edildi!
Taassup artıkça, çağdaş giyim kuşam biçimlerine de baskılar başladı.
Bu durumda daha fazla direnmenin anlamı yoktu.
Doğru olan şey yapıldı.
“Bu ülkenin, bu ülke insanının, bu tür olaylarla vakit kaybedecek, lüksü kalmadı artık…” dendi.
“Dileyen, dilediği şekilde giyinsin” denip, çıkıldı işin içinden…
* * *
Kim bilir, bu koşullarda doğru olan da buydu belki…
Nitekim, bu konuda da (şimdilik) mutabakat sağlandı.
… …
Artık sorunlarımızı asgariye indirmek, birlikte ve huzur içinde yaşamanın koşullarını zorlamak zorundayız.
Bunu yaptığımız zaman, inanın, “sorun diye gördüğümüz” pek çok konunun, aslında “sorun olmadığının” da ayırdına varacağız.
Ve daha da önemlisi, esas önemli sorunlarımızı görüp, onları çözmeye yoğunlaşmalıyız.
Üç kupona kurulmadı bu vatan…