“SON GÖÇ” (*)
Yörüklerin göçerlikleri yukarıda da belirttiğimiz gibi üretim ilişkilerinden kaynaklanır ve iradidir. Göçerlik onların özgürlüğüdür. Tarihin her döneminde egemenler “kontrolsüz/ denetimsiz güçler” karşısında tedirgin olmuşlardır. Örneğin Osmanlı yönetim anlayışı Yörükleri düze indirmeye çalışmış, Yörükler de kendi özgürlüklerini savunmuşlardır. Egemen güç ile kontrolsüz güç çelişmesi…
Cumhuriyet yönetimleri de Yörükleri düze indirme, yerleşik düzene geçirme çabasında olmuştur. Tutundukları dal ve dayanak ise keçilerin ormana zarar verdiği savıdır. Bugün yapılan bilimsel çalışmalarla bu sav çürütülmüştür.
Yörüklerin yaylak ve kışlak arasında salınan göçerlikleri belki de binlerce yılda özgün bir kültür inşa etmiştir. Türk kültürünün şaman köklerinden gelen doğacı bakış, Yörük kültürünün içinde yaşamaktadır. Bu yapının bir başka boyutu ise hayatı cefası ve sefasıyla kadın-erkek birlikte paylaşmalarıdır. İşte böylesi bir yaşam boyutunun kadını öteleyen, ötekileştirmeye çalışan anlayışlarda bir dip dalgası olarak Yörükleri düze indirmek istediklerini söylememiz mümkündür.
Cumhuriyet tarihimizdeki son 12-13 yıl milli ekonomimizin direnç noktalarının tırnak içinde bir özelleştirmeyle yağmalandığı dönem olarak kayıt düşülecektir. Aslında 2001 yapay krizi ile Türkiye’ye atanan Kemal Derviş’in 15 gün içinde yaptığı yasal çökermenin kuvveden fiile geçmesinden başka bir şey değildir yapılanlar.
Türk ekonomisinin sadece bankaları ve şirketleri değil dağı, taşı, ırmakları da küresel şirketlere satılmış ve satılmakta, meralar, yaylalar imara açılmaktadır.
Hayatlarını doğanın bir parçası olarak sürdüren Yörüklerin bu han-ı yağmaya tanıklık etmemesinin yolu onları yerleşik düzene geçirerek sağlanmak istenmektedir sanki.
Osmanlı’nın yapamadığını küresel çetelerin işbirlikçileri başarmak için var güçleriyle çalışmaktadırlar.
Son zamanlarda sessiz sedasız bir operasyon sürdürülmekte, Yörüklerin ormanlara girmesi yasaklanmaktadır.
Yörükler üzerinde araştırmaları ile tanınan Ramazan Kıvrak, “Ormanı yakana, tarla açana, orman içinde villa yapana göz yumulur veya bir yolu bulunup tapu verilirken, ormanı yaşatan Yörüklere ceza veriliyor” demektedir.
Amacımız Yörüklere yapılan operasyonu anlatmak değil. Muhammet Güzel’in Tekin Yayınevi’nden çıkan “Son Göç” adlı romanı düşündürdü bütün bunları. “Son Göç”ün arka planındaki sosyoekonomik ve sosyokültürel derinlik yukarıda anlatmaya çalıştığım gerçekliği içermektedir. “Son Göç” yapılan bu yarı açık operasyonun insan manzaralarını anlatmaktadır işte.
Önce Muhammet Güzel’i tanıyalım. 1955 yılında Torosların uzantısı olan Sultan Dağları’nda doğmuş. Honamlı Yörüğü olan Güzel, 1968’e kadar kışları Antalya/Manavgat köylerindeki kışlaklarında, yazları da Sultan Dağları’ndaki yaylalarda yaşamış. “Çadırdan 13 yaşında çıktım” diyor. 1969’da ailesiyle birlikte Manavgat’ın bir köyüne yerleşmişler. 1979’a kadar çobanlık, çiftçilik, işçilik yapmış. CHP Gençlik Kolları’nda görev almış, yöneticilik yapmış. 1982’de başlayan devlet memurluğunu 2005’te emekli olana dek sürdürmüş. Güzel’in daha önce yayınlanmış eserleri “Özgürlüğe Yörüktük” (1996), “Sisyazı” (1997) ve Düş “Nöbeti” (2007)’dir.
M. Güzel, aslını inkâr edip kendisine saraydan, paşalardan soy sop uydurmaya çalışanlardan değil. “Onlara göre ne kadar şanslıyız. Onlar yıkıntıların arasında aranırken biz dağlara, gökyüzüne, aya, güneşe, bulutlara, yağmurlara, fırtınalara bakacağız. Kendi yaşadıklarımızı anıp, o dağların, sahillerin ulaşılmaz, ele avuca gelmez havasına kanat vuran göçmen kuşların kanatlarına bakıp onlara, yerden yoldaşlık eden son katarlardan birinin ardında davar süren çocuklar olduğumuzu hiç unutmayacağız. İşte bu güzel hayatlarımızı hep anımsayıp, anacağız. Öylece de anlatacağız. Doğru görüp, öğrenip yaşadıklarımızı dosdoğru anlatacağız, çocuklarımıza, torunlarımıza.”
Kendisi de bir Yörük çocuğu olan ve 13 yaşında çadırdan çıkan M. Güzel bu roman için yeniden Yörüklerin arasına karışarak aylarca onlarla yaşadıktan sonra yazmış. Kitap adını aldığı “Son Göç’ün romanı… Osman Şahin’in daha yayınlanmadan okuduğu bu roman için “Sakarya’nın Batı’sını anlatan ilk roman…” demesi kitabın edebiyatımızdaki önemini ifade eden en özlü anlatım.
12 Eylül 1980 darbesi Türkiye’de çok şeyin dönüştürüldüğü bir tarihtir. Ekonomiden siyasete, kültürden sanata küresel çeteler için bir yeniden inşa, bir toplum mühendisliği süreci başlamıştır. Bugünlere gelişimizin yol taşları döşenmiştir.
Türkiye’nin sorunlarına, insanından bakan bir göz yerine ithal bunalımlar takınan metinler tedavüle salınmış ve topluma dayatılmıştır. Kendisini göremediği metinleri okumayanlar da kolaylıkla “Bunlar okumuyor ki…” diyerek suçlanmıştır. Toplumun sorunlarını yansıtan metinler ise “ideolojik” olduğu gerekçesiyle ötelenmiş adeta üstü örtülmüştür.
M. Güzel’in “Son Göç” adlı romanı işte bu bağlamda dayatılan çerçevenin dışından hayata bakan bir göz ve yürek olarak önem ve değer taşımaktadır. Roman bir şairin kaleminden çıktığı için ister istemez bir şiirsellikte taşımaktadır.
Bu bağlamda bir örnekle bitirelim yazımızı.
Gökçe Nine tepede kayaların üstünde sabahın erinde bir ateş yakar… Yalnız elleri ve dudakları hareket eden bir heykele benzemektedir. Küçük bir tasla getirdiği sütten eliyle alıp aşağı yukarı serpiştirmektedir. Ocağa attığı iç yağının kokusu, söylediği yakarışa karışıp göğe uçmaktadır.
“Ey yerin göğün sahibi yoluna kurban olduğum ulu Tanrım! Ey göğdeki Tanrının şefkatine sığınmış ana atalarım! Ey canımın harcı canı uçmuş tenlerin yatağı can toprağım! Ey toprak anamızın üstünde canlar yeşerten berrak sularım!
Bir döngüye kapıldık, size sırtımızı döndük uyduk devrana. Sizler bizden yüz çevirmeyin. Şu doğan al güneşin hatırına… Ebemden kalma kavım çakmağımla uyardığım köz hatırına… Bizlerden önce konup göçenlerin yaktığı ocaklar hatırına”
Kurucu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözlerini beraberce hatırlayalım.
“Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.”
*Son Göç, Muhammet Güzel, Tekin Yayınevi, Temmuz 2015.