YOLUNACAK KAZ
Ordusuyla birlikte
Sultan Dördüncü Murat;
Doğu’daki isyanı
bastırmaya son sürat…
Yola çıkıp dereler,
dağlar, ovalar aşmış;
Sonunda Pasinler
Ovası’na ulaşmış.
Bakmış, çok uzaklarda
görünmekte üç nokta;
Bu üç nokta belli ki
tarlada çalışmakta…
Baş vezire dönerek
demiş: “Kumanda sende!”
Atını üç noktaya
hedefliyorken: “Ben de…”
Sözüne döndüğünde,
bakmış ikinci vezir;
“Kusurluysam Sultanım,
boynum kıldan incedir.
Ben de sizinle birlik,
izin verin geleyim;
Kendimi yanınızda
can şenliği bileyim.”
“Hay hay! Gelebilirsin…”
demiş bu saf vezire;
Biraz da yapar gibi,
elbet ona nazire.
Peşinde veziriyle
atlarını koşturmuş;
Yeni bir oyun için
yüreğini coşturmuş.
Yaklaştıkça üç nokta
üç canlıya dönüşmüş;
İki öküzüyle bu,
çift süren bir köylüymüş.
Köylü çiftçi oldukça
ilerlemiş bir yaşta;
Atlıları görünce
siper yapmış el başta.
Sonra öküzlerini
“dovvah!” diye durdurmuş.
Bakışlarına: “Kimdir
bunlar?” diye sordurmuş.
Ancak tam seçememiş
yanına gelmeyince;
Ömür boyu çilekeş
kaderi gülmeyince…
Sültan Murat selamla,
kolaylıklar dilerken;
Ardından sormuş ona:
“Erken kalkmadın mı sen?”
Yaşlı çıftçı anlamış
bu şifreli soruyu;
Hayal meyal seçerken
uzaktaki orduyu…
Anlamış ki o kişi
o ordunun başıdır;
Aklı ve zekasıyla
bin renkli kumaşıdır.
Sorusunun üstüne
sanmayın fazla daldı;
Demiş: “Erken kalktım ya,
onları eller aldı.”
Aldığı bu yanıttan,
memnundu Sultan Murat;
Kişneyip onaylamış
altındaki o kırat.
İkinci soru gelmiş:
“Uzaklarla nasılsın?”
“Uzağı yakın ettim;
gönül yakında kalsın.”
Sultan yeniden sormuş:
”Nasılsın iki ile?”
Bunu da yanıtlarsan,
dileğini sen dile.”
Yanıtı yapıştırmış:
“İkiyi üç eyledim;
Sorarsan dileğimi,
onu Hak’tan diledim.”
Sultan Murat atını
çevirip ordusuna.
Son olarak demiş ki:
“Son bir soru var sana;
Şöyle besili bir kaz,
göndersem yolar mısın?
Böyle bir teklifime,
evet deyip var mısın?”
Yaşlı köylü gülerek:
“Buna elbette varım;
O işin erbabıyım
incitmeden yolarım.”
Sultan Murat atını
yönlendirmiş orduya
Veziri de şeytanı
gıdıklamış, sor diye.
Köylü ile Sultan’ın
şifreli konuşması;
Soru ve yanıtlarla
güzelce anlaşması…
Merakını artırmış,
bilmese çatlayacak.
Şişmiş bir balon gibi
aniden patlayacak
“Sultanım,” demiş vezir:
“Merakımı hoş görün.
Boynum kıldan incedir;
isterseniz öldürün.
Köylüyle konuşmanız,
oldukça şifreliydi.
Hiç bir şey anlamadım,
soru, yanıtlar neydi?”
Saf vezirin yüzüne,
Sultan dönüp bakarak;
“İzin benden, git öğren.
Madem ettiysen merak?”
“Çok sağ olun Sultanım,”
diyen vezir atını;
Çevirmiş soruların,
almaya yanıtını.
Yaşlı köylü görünce
geldiğini vezirin;
Demiş ki Cennet olsun,
öte dünyada yerin
Vezir demiş o kişi,
bizim sultanımızdır;
Ben onun veziriyim.
Bizim baş tacımızdır
Hiçbir şey anlamadım
sizin söyleşinizden
Açıklamanız için
koşardım peşinizden.
Erken kalkmadın mı ya,
yanıtın eller aldı.
Nasıl bir bağlantı bu?
Geriye neler kaldı?”
Şıklayan çift parmağı:
“Parasız olmaz” demiş.
Vezir hemen çıkarıp,
bir kese altın vermiş.
“Sen hiç evlenmedin mi?
Oğlanlar nerde kaldı?
Yanıtım, hep kız oldu,
onu da eller aldı.
Kadersizliktir benim
hisseme düşen payım.
O nedenle bu yaşta
hala çalışmaktayım.”
“Uzak ile nasılsın?
diye sorduğundaysa;
Yakınla yetinirim
demiştin ona oysa.”
Sürtünen çift parmağı
işaretmiş paraya;
Vezir bunu öyküce
taşıyacak saraya.
Bir kese altın daha
girmiş onun cebine;
Demiş ki: “Anlamını
söyleyeyim ben yine.
Gözün net görüyor mu?
Demek istedi, anla!
Gözüm iyi görmüyor,
yetinirim yakınla.”
“İki ile nasılsın,
diye sorarken sana;
İkiyi üç eyledim,
diyerek güldün ona.”
Şıkırdayan parmaklar,
parayı anımsattı;
Vezir yine çiftçiye
bir kese altın attı.
“Sorunsuz taşıyor mu
o bacaklar bedeni?
Baston, üçüncü bacak,
bastonla taşır beni.”
“Bu da basitmiş oysa
nasıl da bilemedim?
Ben de Sultanım gibi
neşeyle gülemedim.”
Bu kez son soru için,
altınlar peşin gelmiş.
“Şu kaz yolmayı…” derken;
“Onu da sen bil,” demiş.
Saf vezirin gözünün
önünde sökmüş şafak;
Ordunun arkasından
yollanmış ufak ufak.
(SÜRECEK)