SAVURGANLIK HASTALIĞI…(2)

Abone Ol

Rahmetli Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı.

Genel sekreteri Necdet Seçkinöz…

Seçkinöz, Demirel’in başbakanlığı döneminden beri ayrılmayan bir üst dereceli bürokrat.

Hürriyet Gazetesi çatısı altında çalışan bir emekçiyim, aynı zamanda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Ankara Temsilcisiyim.

Hemen her gün Büklüm Sokak’taki cemiyet ofisine mesaim bittikten sonra uğruyorum.

O sıralar Merkezi İstanbul’daki cemiyetimizin “Bizim Gazete” adlı yayın organına da Ankara’dan haber servisi yapıyoruz.

Bir sekreter ve iki eleman çalışıyor o sıralarda.

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni rahmetli Nezih Demirkent telefondan arıyor dediler…

Demirkent “ Sen bugün Çankaya Köşküne çıkacaksın. Elindeki işler önemli değilse bir kanara koy. Köşkte Genel Sekreter Seçkinöz seni bekliyor”

Neler yapacağımı tek tek anlattı Demirkent…

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Uluslararası Basın Konferansı için hazırlıklar yapıyor o sıralarda…

İlk defa ev sahipliğine soyunan cemiyet, maddi açıdan sıkışmış anlaşılan.

Bütün kaynaklarını kullanmış olacak ki, Demirel’den yardım isteyecek duruma gelmiş.

Tabii masraflar yüklü…

Bir de gelecek yabancıların konaklama masrafları var.

Cemiyet Cumhurbaşkanı Demirel’den katkı istemiş sanırım.

Hatta TBMM başkanlığının da böyle durumlarda kendi bütçesinden gazeteci kuruluşları için ayrılmış fonu da var…

Bunu da biliyorum ama cemiyet sanırım sadece Demirel’den destek istemiş.

Aldığım bilgiye göre hareket ediyorum.

Çankaya Köşkünün üç nolu kapısından girişte kontroller, telefonla haberleşmeler, alınan bilgilere göre odalarda bekletilmeler derken bir üçüncü odaya alındıktan sonra görevli “Sizi burada da biraz bekleteceğim” diyor.

Onbeş dakika sonra Genel Sekreter Seçkinöz geliyor…

“Buyrun Sezai bey” diyerek odasına giriyoruz…

Sonra arka dolaplardan birinden bir kalın sarı dosya ile geliyor Seçkinöz;

“Burada …bin lira para var. Bu örtülü ödenekten Cemiyete verilmek üzere hazırlanmış bir meblağdır. Lütfen sayınız”

Hayretler içindeyim…

Hatta dehşet içinde…

Hayatımda ilk defa böyle bir meblağı saymak benim ne haddime:

“Efendim bu para daha önce sayılmış değil mi?”

“Tabii ki sayıldı. Ben dahil en az 20 kadar kişinin sorumluluğunda ve kontrolünde hazırlanmış ve sayılmış bir para bu. Ama siz yine de sayın lütfen”

“Ben sorumlulara ve başta size güveniyorum, saymama gerek yok” dedim.

Paraların bulunduğu büyük sarı zarfı, çantama koydum ve teşekkürlerimi sunarak ayrıldım.

Doğru Kavaklıdere’deki Ziraat Bankası Şubesine…

Hürriyet Bürosuna yakın şubenin müdiresi Oya Ünlü hanımı yıllardır tanıyorum.

Elimdeki çantaya yerleştirdiğim zarfı Oya hanıma verip;

“Lütfen bir sorumlu gelsin, önümüzde bu parayı saysın ve cemiyetimizin Cağaloğlu şubesine havale etsin” diye rica ettim.

Paralar sayıldı.

Örtülü Ödenek denilen fasıldan alınan ve Cemiyet adına havale edilen sanırım hayli büyük bir meblağ İstanbul’a gittiğinde derin bir soluk aldım.

Hayatımda ilk defa böyle bir sorumluluk yüklenmiştim.

Yaptığım iş, “kara para (!)” transferi filan değildi…

Uyuşturucu mafyasına filan da aracılık (!) etmiş değildim.

Neticede Cumhurbaşkanları, yürürlükte olan yasaların kendilerine verdiği yetkilerle, ülkede gelişen önemli ve hayati durumlarda, ortaya çıkan riskler ve tehlikeli hallerde, ülkenin itibarını gözeten konumlarda “anında” kullanılmak üzere, kimseye hesap vermek zorunda olmadığı “Örtülü Ödenek” hesaplarını kullanırlar ve belgelerini muhafaza ederler.

(Devam edecek)

Not: 20’den fazla sorumlu bürokratın imzası bulunan devlete ait sarı renkli zarfı, on yıldan fazla muhafaza ettim evdeki arşivimde. Hani ileride bu konuda bir itham-suçlama gibi iddialar ortaya atılır, “ne olur ne olmaz” diye değil, anı olarak sakladım. Daha sonra da yırtıp attım.