Bazılarımız “emperyalizm”i yeni keşfediyor. Bazılarımız da “kapitalizm bitti” rüyaları görüp yeni dünyalar hayal etmeye başlıyor.
6. Filo’nun askerlerini denize döken yurtsever-devrimcilerden bir kısmı, emperyalist “bölücü” projenin yandaşı olabildikleri gibi, onları taşlayan milliyetçi-mukaddesatçılardan bir kısmı da, başımıza değme “anti-emperyalist” kesilebiliyor.
Emperyalizmin, Rusya ve Çin’e set çekmeyi hedefleyen “Yeşil Kuşak” projesi, tam anlamıyla iflas etmiş, Afganistan’ın ve Pakistan’ın radikal İslamcıların etki alanına girmesiyle ve bu coğrafyanın dünyaya terör ihraç etmeye başlamasıyla sonuçlanmıştı.
“Ilımlı İslam” veya “Büyük Ortadoğu Projesi” adıyla bilinen denemelerin, Ortadoğu’yu ve Kuzey Afrika’yı nasıl kan gölüne çevirdiği ise, halen yaşanan bir olgu. “Arap Baharı”, bu sıcak coğrafyaya karakışı yaşatıyor.
Bu projeleri uygulamaya koyanlar, sonuçta “olmadı” deyip B,C,D planlarına geçebiliyorlar, geride milyonlarca ölü, kan, gözyaşı, ıstırap bırakarak…Ve hiç umurlarında bile olmadan…
Türkiye, bulunduğu coğrafya itibariyle, daima hedef tahtasında oldu, olmaya devam edecek. Hep tuzaklarla karşı karşıya kaldı ve daha da çok kalacak.
Biz, yirmi yıl önce de PKK’nın ve Fethullah Hareketi’nin birer “emperyalist proje” olduğunu söylüyorduk. İnsanlar şimdilerde anlamaya başladı. Sonradan başkaca siyasi projeler de devreye sokuldu. Onlar da ileride anlaşılacak.
Şu kısa sürede, Beşiktaş ve Kayseri katliamları, ardından Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un alçakça katledilmesi…Elbette, Türkiye ile Rusya arasında doğan yakınlaşmayı sabote etmeye yönelik bir provokasyon olduğu konusunda kuşku yok.
Peki, nasıl çıkacağız bu sıkıştığımız köşeden? Hamasetle mi? Sağa-sola kükreyerek, tehditler savurarak mı? Bunun cevabı bizce belli: Soğukkanlılıkla ve akılla…Cumhuriyet’in fabrika ayarlarına dönerek, “kurucu irade”nin, Atatürk’ün ilkelerinde, ideallerinde birleşerek…
Gazi Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nda Ruslardan büyük yardım gördüğü sır değil. Ama, vatanı kurtardıktan sonra, kolay olanı, yani Sovyet blokunu seçmedi, Batı uygarlığını ve demokratik cumhuriyeti yeğledi.
Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmayı, ulusuna hedef olarak gösterdi. Tüm komşularla ve o arada Kuzey komşu Rusya’yla iyi ilişkiler içinde olmak, ama Batı ittifakının içinde yer almak…Bu avantajı ve gücü, hem ulusal bütünlüğü koruma, hem de İslam dünyasına ve tüm mazlum milletlere “örnek” olma anlamında değerlendirmek…
Özeti “Yurtta Barış, Dünyada Barış”…Vatan söz konusu olmadıkça savaşı bir cinayet olarak gören büyük önderin ulusu, çıkışı yine kendi kurucu önderinin ilkelerinde ve dünya görüşünde aramak zorundadır. Başka çıkış yolu yoktur.
Önce, içeride kutuplaştırıcı siyaset dilini ve politik hesapları bir yana bırakıp, gerçekten kardeşliği, bütünleşmeyi sağlamak…Ardından, tüm dünya ile diplomatik nezaket kurallarına uygun, karşılıklı çıkar ilişkilerini ve reel-politiği gözeten dostane ilişkileri yeniden tesis etmek…
Bir şeyi daha eklemeliyim: 1982 Anayasası “demokratik” bir anayasa değildi, o yüzden ben, “hayır” oyu veren azınlığın içindeyim. Şimdi o anayasayı yerden yere vuranların oylarının rengini merak etmek de hakkım doğrusu…
Evet, o Anayasa’yı değiştirelim, ama yerine daha demokratik, daha çağdaş, daha insan onuruna yaraşır bir anayasa koyalım. Parlamenter demokrasiyi, kuvvetler ayrılığını güçlendiren bir anayasa…