Hüsrev Paşa sinirli, hırçın tabiatlıdır;
Yüzü gülmez birisi ve asık suratlıdır.
Çevresinde bulunan, hem de buyruğundaki;
Kişileri azarlar, söyletmeden bir iki.
Bu öfkeli tavrıyla, herkesi üzer, kırar;
Bu davranış kimseye, elbet sağlamaz yarar.
Bir gün uşağını da bin bir hakaret ile;
Oldukça kötü haşlar; artık dolmuştur çile.
Canı oldukça yanan uşak: “Artık yeter!” der;
Bilinmez bir yerlere, tutar bırakır gider.
Uşak simsarlarıysa, uşak bulucudurlar;
Hüsrev Paşa gibiler, uşak alıcıdırlar.
Uşak pazarlayanlar, o uyanık simsarlar;
Hemen Hüsrev Paşa’nın, konağına damlarlar.
Hüsrev Paşa uşakta, bulunması gereken;
Söyler nitelikleri, kafasında biriken.
“Huyumu bilirsiniz, bu konuda anlaşak;
Bana göre uygunca bulacağınız uşak…
Zırcahil olmayacak, okuryazar olacak.”
Bu istek yanıtlanır: “Adamlarım bulacak.”
Paşa der ki: “O uşak, daha demeden, duyan;
Hoşsohbet ve nüktedan, halden, dilden anlayan…
Yorgun ve sıkıntılı zamanlarımda beni;
İsterim hem güldüren, hem de eğlendireni.”
Simsar der ki: “Arzunuz başım üstüne paşam.
Size hem mutlu, güzel; hem hoş olacak yaşam.”
Paşa: “Hesap kitaptan, biraz alış verişten;
Elbette anlamalı hem de yapılan işten.”
Uşak simsarı tutar her isteğe “peki” der;
Rüstem Paşa istekten isteğe doğru gider.
“Biraz da musikiden, hoş sesten anlamalı;
“Müzik ruhun gıdası”, ince ruhlu olmalı.”
“Buyruk sizindir Paşam, doğru söylüyorsunuz.
Uşak, bu nitelikte olmalı diyorsunuz.”
Bu sırada orada devrin şairlerinden;
Birisi bulunmakta; söze girer derinden…
“Paşam!” der; “Saydığınız nitelikte bir uşak;
Bulunur mu bilemem, bir konuda buluşak.
Padişah Hazretleri böylesine birini;
Kaç zamandır arıyor; bilsek, bulsak yerini.”
Hüsrev Paşa merakla, sormuş: “Ne yapacakmış?”
Şair: “Bulsa, kendine sadrazam yapacakmış.”
O TAŞLARI KULLANDIK
Keçecizade Mehmet Fuat Paşa Tanzimat;
Döneminin siyasi liderlerinden bir zat…
Abdülaziz Dönemi, iki kez sadrazamlık;
On yıl da dışarıda sürdürdüğü Nazırlık…
Fuat Paşa, devlete sadrazam olduğunda;
Kendini sorunların, içinde bulduğunda...
Başlamış çalışmaya, gece gündüz demeden;
İşe ara vermeden, hem de hiç dinlenmeden.
İstanbul’un sokak ve o, uzun caddeleri;
Nice anılar saklar, daha bilmem neleri.
Yazın tozdan topraktan, kışın ise çamurdan;
Geçilmez durumdaymış, yıkansa da yağmurdan.
Yollar ve caddeleri, tertemiz olsun diye;
Başlamış çalışmaya, hem de ak pak etmeye.
Ara sokaklar ile dar olan caddeleri;
Yıkımla genişletmiş, demiş: “Daim ileri!”
Gerektirdiği yerde, yeni cadde, sokaklar;
Açıp güzelleştirmek, kentin yüzünü aklar.
Cadde ve sokaklara, parke taşı döşetmiş.
Yetmediği yerlere, kaldırım taşı yetmiş.
Çalışmalar sürerken, hem özene bezene;
Cadde ve sokakları, elbet girmiş düzene.
Bu işler yapılırken, çıkarları bozulan;
Ev ve iş yerlerinin, önü daralmış olan…
Bu arada emlakı, istimlak edilenler;
Paşa’yı şikayete, Padişaha gidenler…
Elbet olmuş Paşa’nın, aleyhinde olanlar;
Onu karalayarak, karşı safta kalanlar…
Hakkında şikayate, gizli destek veren de;
Makam sahiplerinden, varmış eleştiren de.
Bir gün Fuat Paşa’ya, gelmiş bunlardan biri;
“Gülistana dönüşmüş,” demiş: “Kentin her yeri.
İçtenlikle kutlarız, Paşam çalışmanızı;
İstanbullunun rahat geçecek kışı, yazı.
Ancak merak ettiğim, hoş görün, asıl konu;
Sorayım dedim Paşam, siz de anlatın bunu.
Cadde ve sokakların, çileyken yazı, kışı;
Nereden buldunuz siz, döşenen bunca taşı?”
Paşa gülerek demiş: “Kente katkım olduysa;
Ne mutlu bana derim, taş yerini bulduysa.
Pek çok taş atılmıştı, bunu yaparken bize;
O taşları kullandık, yaradı işimize.”