RIZKI VEREN ALLAH

Abone Ol

Bir gün yaşlı bir mecûsî Hz.İbrahim'in (Allah'ın selamı üzerine olsun) kapısını çalarak ona misafir geldiğini söyledi.

Hz.İbrahim de (as): “Sen ateşe tapıyorsun, dininden dönmedikçe ben seni nasıl olur da misafirliğe kabul ederim” diye çıkıştı.

Mecûsi misafir de üzgün üzgün çekip gitti. Ardından Allah (Celle celaluhu): “Ey İbrahim!” dedi. “O mecûsîyi dininden dönmedin niye misafirliğe kabul etmedin? Bir gece misafir etseydin sana ne zararı dokunabilirdi? O kâfir olduğu halde biz onu tam yetmiş yıl suladık, doyurduk.”

Hz.İbrahim (as) ters bir iş yapmanın verdiği acıyla o gece zor sabahladı. Şafak söker sökmez de hemen yola koyularak yaşlı mecûsîyi aramaya başladı, nihayet bir yerde buldu. Yakasına yapışarak ille de seni evimde bu akşam misafir edeceğim diye and verdi. Akşamki İbrahim’le sabahki İbrahim’i değişmiş gören mecûsî dayanamayıp: “Ben sana şaşıyorum, ey İbrahim!” dedi. “Dün beni evinden kovdun, bugün ise evine davet ediyorsun? Bunun hikmeti ne ola?”

Allah katından gelen vahyi bir bir dile getiren Hz.İbrahim'in (as) sözleri bittikten sonra mecûsî: “Demek ki, ben kâfir olduğum halde Rabbinin bana karşı davranışı bu kadar iyi ha!” diyerek elini Hz.İbrahim'e (as) uzattı ve “Allah’tan başka ilâh yoktur, sen de O’nun kulu ve elçisisin” dedikten sonra gözlerinden akıttığı sevgi gözyaşları içinde İMAN etti...

Bu vesile ile buyrun tefekküre:

Biz ümmet bu küçük gibi görünen hadiseden büyük dersler çıkarmalıyız...

Kendi ibadetimiz üzerinden başkasına kibir ile bakmak...

En kötü yanımız birilerini kınamak...

Önyargılı olup peşin hüküm vermek...

Sonradan pişman olacağımız kararlar almak...

Bir anda şeytanın vesvesesine kanıp su-i zanda bulunmak...

Amel defterimize hiç gereği yok iken gıybet gibi büyük günahlar yazdırmak...

Birilerine hasetliği alışkanlık hâline getirmek...

Hatta özellikle akrabalar hakkında olumsuz bir meselede kin duymak...

Bilgimizi maalesef uygulamaya dökememek...

İlmî bilgiler ile amel edememek...

O anki imtihan olduğumuzun farkında olmadan, manevî anlamda peşin hüküm vermek...

İçten gelen şeytanî vesvese ile kendimizi yanımızdakinden, cemaattekinden, arkadaşımızdan, komşumuzdan, akrabamızdan v.s üstün görmek...

Tevazu sahibi olacağımıza kibir ve önyargı ile haram yolları deşmek...

Acaba tevbe etti de iyi bir kul vasfına girdi mi diye hiç düşünmemek...

Kalbini bilmeden, açıp bakmadan, öteki görüp cehennem ehl-i saymak...

Oysa Rabbil âlemin yüz rahmetin sadece bir rahmetini yeryüzüne bahşetmiş ve yeryüzünde canlılar o bir rahmet ile merhametli davranmakta iken...

İnsana, canlılara ve çevreye acımasız, merhametsiz davranmaktayız...

İbrahim el-Atrûş anlatıyor: Bağdat'ta Maruf-i Kerhî hz.leri ile Dicle kenarında oturuyorduk. Derken def çalıp içki içen ve eğlenen bir grup genç kayıkla önümüzden geçtiler.

Cemaat, Maruf'a (ks): Görüyor musun aleni, âşikâre Allah'a isyan ediyorlar, kendilerine beddua et, dediler.

Maruf'da (ks) ellerini kaldırdı ve: "Allah'ım onları dünyada neşelendirdiğin gibi ahirette de neşelendir" diye niyazda bulundu.

Cemaat: Biz senden beddua etmeni istedik, dedi.

Maruf (ks) ise: Eğer Allah kendilerini ahirette neşelendirecekse onlara tevbe nasip eder, dedi...

Dolayısıyla, zalimlerin dışında beddua yerine duâ etmeli...

Şu hâlde, siz İSLÂM'ı bilin, uygulayın, yaşayın, temsil edin, tebliğ etmiş olursunuz...

Çünkü Müslüman ETKİLENEN değil yaşamı ile ahlakı ile ETKİLEYEN olmalıdır...

Kalbinizde peşin hüküm yerine, kazanmak olsun, kimdir, necidir, Müslüman mı yoksa gayrimüslim mi hiç ilgilenmeyin...

Görüldüğünüzde ahlâkınız, samimiyetiniz ve veranız başkalarına Allah teâlâ'yı hatırlatsın...

Rızkını verenin Allah olduğuna iman eden mümin kimseye minnet etmez, korkmaz ve kaygı duymaz. Şair Nesimi ne güzel dile getirmiş bu hakikati: Rızkımı veren Hüda'dır, kula minnet eylemem. Müslüman izzet ve onur sahibidir, rızık endişesini taşımaz ve bilir ki O'nun yardım ve nimeti kendisine dayanıp güvenenlerledir.

Sevgiyle Kalın..