Malumunuz, rahmet, mağfiret ve sonu azaptan kurtulma olan on bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif başladı. Alışılageldiği üzere çocukluk yıllarımızdaki ramazan ayları ile ilgili özel bir yazı kaleme almayacağım. Aksine genç bir arkadaşımızın benimle paylaştığı, çocukluğundaki ramazan anılarını sizlerle paylaşacağım. Şimdiden beğeneceğinizi umuyorum:
"Ramazan ayı beni çok heyecanlandırır. Çocukluğumda ramazan başlamadan kısa bir süre önce hazırlıklar başlar, ev içerisinde ayrı bir hava eserdi. Zannedersiniz bayram geliyordu. Gelen bayram değildi. Aslında evimize gelen on bir aydır beklediğimiz en ağır ve özel misafirimiz ramazan idi.
Rahmetli amcam ile ramazandan bir hafta önce bakkalları, manavları, kasapları, çarşıyı pazarı neşe içerisinde gezer alış-veriş yapardık.
Ramazan başladığında ise evlerde mis kokulu yemekler pişer, sofralar özenle hazırlanır, sıcacık pideler alınır, komşuluk ve dostluk paylaşımı için de evde ne varsa az veya çok sofraya serilirdi.
Evimizde soframıza bir tabak fazla konulurdu. Onun da bir sahibi çıkardı. Mahallenin yaşlıları eve davet edilir, hep birlikte oruç açılırdı. Bazen komşular bir araya gelir Allah ne verdiyse sofraya getirilirdi. Dualarla, top ve ezan sesleri arasında iftarımızı yapardık. Amaç esasında bir olmanın, beraber olmanın rahmetinden ve bereketinden faydalanmak idi. Öyle de olurdu.
İftardan sonra babam, amcam, ninem, yengem ve mahallenin büyükleri ile birlikte teravih namazına giderdik. Teravih namazından sonra babamlarla bakkal Basri amcanın dükkanının yolunu tutar, horoz şekerler ve kağıt helvalar aldırır ve yerdik...
Sahura kadar uyumazdık. Sahur vakti gelip çattığında cama çıkıp ramazan davulcusunun geçişini ve söyleyeceği maniyi heyecanla beklerdik. Ramazan ayını her gün ayrı bir heyecan ve duygu ile yaşardık.
ayında herkes kime yardım yapacağını, kimi kollayacağını, ihtiyaç sahibi sıkıştığında kime gideceğini, ya da kimden yardım isteyeceğini bilirdi.
Günümüzde geçişini ve söyleyeceği maniyi heyecanla beklediğimiz, davulcular geçmiyor artık pencerelerimizin önünden. Geçse de mani söylemiyor. Söylememesi de normal; bir pikabın arkasında adet yerini bulsun diye çala çala geçip gidiyorlar.
Günümüzde oruç açmak için camdan ezan sesini duymak yerine televizyona bakarak oruç açıyoruz. İftar yemeklerini neredeyse misafir çağırmadan, ne üzücüdür ki hanelerin büyükleri ile aynı masada bir araya gelmeden yapıyoruz. Sahura davulcu yerine cep telefonunun alarmı ile kalkıyoruz.
Galiba Ramazan ayının özündeki ruhu hissetmiyoruz artık... İnsanların Ramazan ayına ve kendilerine saygısı gittikçe azalıyor.
Düşünüyorum da gelecek kuşaklara nasıl bir dünya bırakıyoruz. Ramazan ayı deyince ne anlayacaklar acaba? Çok merak ediyorum."
Genç kardeşimizden bana gelen ileti bu şekilde. Üzerine söyleyecek söz pek yok aslında. Söylemeyeceğim de.
Ama şu da bir gerçek; Ramazan ayında yardımlaşmanın, paylaşmanın ve insan olmanın en güzel hasletlerini yaşayıp, yaşatmamız lazım.
En güzel günler sizlerin olsun.