Geçen hafta sonu malumunuz Ramazan ayının ilk haftasına "merhaba" dedik. Çevremizde sıklıkla duyulan bir cümledir. “Nerde o eski Ramazanlar” ya da bayramlar… Ben de bu hafta geleneği bozmadan Ramazan ayı ile ilgili anılarımdan bazılarını siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
Çocukluk günlerimizde Ramazan ayının gelmesini iple çekerdik. Çünkü Ramazan ayı biz çocuklar için özgürlük; büyükler için ise tatlı bir telaşenin başlangıcı idi.
Ramazan hazırlıkları en az bir hafta öncesinden başlar, komşu evlerin bahçelerinde, avlularında tüm komşular bir araya gelir, Zilelilerin işkefe dediği, yufka ekmeği yapılırdı. Bu ekmeğin yapılışı bile bir ekip işi idi. Bu ekip bir hamur hazırlayandan, dört kişiden oluşan yufka açanlardan ve açılmış yufkaları vakit geçirmeden tandırın üzerinde bulunan saca seren ve ilk pişirmeyi yapanlardan oluşurdu. Hazırlanan işkefe ekmeği daha sonra kater halinde tepsi üzerine alınır, yüksekçe bir yerde muhafaza edilirdi. Daha sonra ihtiyaca göre işkefeler su serpilerek yumuşatılır ve afiyetle yenirdi. Bir de mayalı hamurdan sahur vakti taşta veya yağda kızartılarak tava mayalısı veya sac mayalısı yapılır, o gün tutulacak orucun temeli atılmış olurdu.
Bugün bile yufka ekmeğin içerisine kıyma konularak sarıldıktan sonra kızartılarak yapılan böreği, 89 yaşında olmama rağmen halen zevkle yiyorum.
Sahura ilk kalkılacak gece hepimizin içi kıpır kıpır olur heyecanla HELLE lakabı takılmış olan adamın Çorum Kalesinden sahur topunu patlatmasını sabırsızlıkla beklerdik. Çünkü büyüklerimiz tarafından sahura kaldırılmanın heyecanı farklı idi. Çocukken sahura kaldırılmak evde adam sayılmanın sanki ilk işareti gibiydi. Büyüklerimiz yarım günlük de olsa oruç tutacağımızı bilseler de bizi yine de sahura kaldırırlardı. Tabii ki amaçları belli idi; bizleri bir sonraki ramazan ayına hazırlamak ve oruca alıştırmaktı.
Ramazanda iftardan hemen sonra teravih namazı hazırlıkları başlardı. Biz de çocukluk işte kendi kendimize "Hangi hoca teravih namazını hızlı kıldırıyor?" sorusuna cevap arardık. Çünkü erkenden çıkıp gidip oyun oynayacaktık. Bizim çocukluk yıllarımızda günümüzdeki gibi oyun salonları, cep telefonları, cafeler yoktu. En lüks oyunlarımız saklambaç ya da kovalamaca idi.
Çorum'un en güzel ekmek çeşitlerini Mamas'ın fırını yapardı. Fırının daha önce hiç müşterisi olmayanlar meşhur pidelerinden dolayı ramazan ayında bu fırının müşterisi olurlardı. Tabi fırında uzayıp giden ramazan sohbetlerini de unutmamak lazım.
Herkesin ve her şehrin kendine özgü ramazanla ilgili çoğumuza ilginç gelebilecek birçok yönü var. Çocukluğumuzda bu ilginçlik biraz daha belirgin hale gelirdi. Uçma yeteneğini kaybettiği için göç zamanı sürüsüne katılamayıp Çorum'da kalan, "Hacı baba" ismi takılmış, esnafın tamamı ile ahbap olmuş, daha çok kasaplarla yakınlık kurmuş olan ramazanda ilgi odağı olan leylek vardı. O bile ramazanla özdeşleşmişti.
Günümüzde geçişini ve söyleyeceği maniyi heyecanla beklediğimiz, davulcular geçmiyor artık pencerelerimizin önünden. Geçse de mani söylemiyor. Söylememesi de normal; bir pikabın arkasında adet yerini bulsun diye çala çala geçip gidiyorlar.
Günümüzde oruç açmak için camdan ezan sesini duymak yerine televizyona bakarak oruç açıyoruz. İftar yemeklerini neredeyse misafir çağırmadan, ne üzücüdür ki hanelerin büyükleri ile aynı masada bir araya gelmeden yapıyoruz. Sahura davulcu yerine cep telefonunun alarmı ile kalkıyoruz.
Galiba Ramazan ayının özündeki ruhu hissetmiyoruz artık... İnsanların Ramazan ayına ve kendilerine saygısı gittikçe azalıyor.
Düşünüyorum da gelecek kuşaklara nasıl bir dünya bırakıyoruz. Ramazan ayı deyince ne anlayacaklar acaba? Çok merak ediyorum.
En güzel günler sizlerin olsun.