Öyle Bir Çabuk Geçiyor ki Lanet Zaman…

Abone Ol

Öyle bir çabuk geçiyor ki lanet zaman; hızına erişemiyorsunuz.

Göz açıp kapayana geçiyor her şey.

Hele bir de 50’li, 60’lı yaşları devirmişseniz; o kaçınılmaz sona varmak gözün açılıp kapanma süresi kadar hızlanıyor sanki.

Sevdikleriniz, arkadaşlarınız, dostlarınız bir bir ayrılıyor aranızdan; cenazelere yetişemiyorsunuz…

Hele bir de ayrı kentlerde yaşıyorsanız; çoğu kez dostlarınızın öldüğünden haberiniz bile olmuyor.

Sevdiğiniz kişinin bu dünyadan göçüp gittiğini; ortak bir tanıdığınızın, “Oooo… o çoktan öldü” şeklindeki, duygusuz ve duyarsız söylemiyle öğreniyorsunuz.

İşte o an, bir şeyler kopuyor içinizden; “Niye daha önce arayıp sormadım; niye son bir kez olsun sesini duymadım, niye gönlünü almadım…” diye kahroluyorsunuz…

*   *   *

Her yaşın, yaşanılması gereken hazları, keyifleri var.

Her yaşın, kendine özgü özellikleri, güzellikleri var.

Ama her yaşın da kendine özgü vecibeleri var; o yaşın sahibine, o yaşın verdiği ödevler, görevler var.

Yani?

Yani her yaşın, yükümlülükleri, sorumlulukları var.

*   *   *

Örneğin siz…

Yaşınız kaçsa kaç… Zaman zaman geriye dönüp bakıyor musunuz hiç?

Hiç geçmişinizi sorguluyor musunuz?

Ya da bugüne kadar geçirdiğiniz günlerin, muhasebesini yapıyor musunuz?

!!??...

Yapın…

Yapın, çünkü göz açıp kapayana geçiyor her şey.

İhmal etmeyin; arayın dostlarınızı, sevdiklerinizi, büyüklerinizi...

Gülün, kahkaha atın…

Sevin, sevilin, sevindirin, gönül alın, gönül kazanın…

Geride, “keşke” diye başlayacağınız hiçbir şey kalmasın.

Yaşayın kısacası…

Adam gibi, kadın gibi doya doya yaşayın.

*   *   *

Örneğin siz sevgili okurum.

Nasıl geçiriyorsunuz zamanınızı?

Sağlıklı mısınız?

Sağlığınıza dikkat ediyor, önem veriyor musunuz?

Sağlıklı olmanın değerini biliyor musunuz?

Sağlıklı olmak için çaba gösteriyor musunuz?

Size bahşedilen güzelliklerin ayırdında mısınız?

Bu yıl kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?

Birilerine hediye alıp, onları duygulandırıp, sevindirdiniz mi hiç?

Bu yıl, yeni doğmuş bir bebek, parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç? Ve siz onu kokladınız mı?

Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğunun ayırdına vardınız mı hiç? Boylu boyunca uzanıp, seyrettiniz mi o yıldızları hiç?

Hiç şöyle bir çimlere uzandınız mı?

Dikili bir ağacınız var mı sizin?

Kendi elçeğinizle ağaç diktiniz mi bu yıl?

Gözlerinizden yaş gelene kadar kaç kez güldünüz bu yıl?

Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi?

Suda taş kaydırdınız mı hiç?

Kaç kez denize girdiniz bu yıl?

Kaç kez kuşlara yem attınız?

Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı hiç?

Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz? Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?

Kaç kez mektup aldınız bu yıl?

Eski bir dostunuzu ya da dostlarınızı aradınız mı hiç?

Kimseyle barıştınız mı bu yıl?

Aslında mutlu olduğunuzu, kaç kez fark ettiniz?

Yaşamın bunlar gibi birçok “küçük şeye” bağlı olduğunu, hiç düşündünüz mü?

Yayılın çimenlerin üzerine…

Acele edin…

Acele edin, çünkü er ya da geç; çimenler yayılacak üzerinize…”

*   *   *

Evet… “Er ya da geç”, çimenler yayılacak üzerimize…

O gün gelene kadar, adam gibi adam olmanın ve de yaşamanın koşullarını zorlayalım…

Sayalım, saydıralım; sevelim, sevilelim, gönül kazanalım.

Hak vaki olduğu zaman, gök kubbede hoş bir sedamız kalsın…

“Adam gibi adam, kadın gibi kadındı…” desinler ardımızdan..

Öyle çabuk geçiyor ki zaman…