Ben yine susuyorum. Bey Amca; “Soralım Erenlere ne olunuyormuş bakalım?” diyerek şu şiiri okudu.
N´oldu bu gönlüm n´oldu bu gönlüm
Derd-u gam ile doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm
Hamd-ü senalar hamd-ü senalar
Yar ile bayram kıldı bu gönlüm
Gerçi ki kandı, gerçeğe yandı
Rengine aşkın cümle boyandı
(Tamamen Hakkıyet’e bürünmek)
Kendini buldu, kendinde buldu
Maksudunu hoş buldu bu gönlüm
Fahrini zikrin fahrini zikrin
(Zikrin feyzinde, şevkinde)
Mahv-u fenada buldu bu gönlüm
(Mahv-u fena: Hak’da yok olma)
Bayramı imdi Bayramı imdi
Bayram edersin yar ile şimdi
(Yâr: Hz.Muhammet / Cenabı Allah))
Hamd-ü senalar hamd-ü senalar
Yar ile bayram kıldı bu gönlüm
“Ne diyor erenler? Yar ile bayram kıldı bu gönlüm, diyor. Bayram Yâr ile buluşmaktır evlât. Bayram-ı hakikiye eren kişinin bayramı geçer mi hiç? Bu da yetmez. Bu son sınıf değil. Peki, son sınıf ne?”
Ben sükûttayım.
“Sen bayram olacaksın evlât, sen bayram olacaksın. Olmak budur. Bayram benliğinin ölmesi, sırrı nefisinin dirilmesidir. Bayrama erenden cemâl zuhur eder. Bayram o cemal zuhurudur. Bu bayram geçer mi hiç? Sen bayram olmadınsa ikiliktesin demektir. Senin bayramın gelir geçer. Çünkü ikilikte olanın bayramı olmaz. Bayram-ı hakiki senin aradan çıkman yok olman demektir. Daha burası bayram-ı cüz’idir. Bu, ölmeden evvel ölenlerin bayramıdır. Asıl bayram, Onda dirilmektir. Burası da bayram-ı külli’dir evlat.” Biliyor musun Bayram-ı Külli’ye ne zaman ereceksin?”
Ben hâlâ kapıdayım. Ne cevap vereceğimi düşünmedim bile. İçimden bir ses geldi. Gayri ihtiyari mahcup bir ses tonu ile “Ölünce” dedim.
“Hah! Aferin.” dedi.
&
Terzi Osman Abimi 1969’da tanıdım. Askere gitmemiştim. Pazarbaşı’nda (Üsküdar) Derdalan Bakkaliyesinde çalışıyordum. Evleri, dükkâna çok yakın bir apartmanın giriş katıydı. 54 senelik dostluğumuzda birkaç kere Ankara- İstanbul; İstanbul- Ankara gidip geldim. Ben kırk şekle girdim çıktım. Osman Abim hep terzi idi. Hep aynı idi. Hep terzi Osman idi. Benim istikrar kalem idi. Ben çarpına çarpına yaşarken, onun dükkânına giderdim. Konuşur, konuşur, konuşurdum. Çok iyi dinler, çok iyi cevap verirdi. Gazımı, nazımı, yazımı, hızımı usta bir rot balans’ cı gibi ayarlardı.
Hakikati tamam etmiş, marifeti yaşıyordu. Mükemmel bir tevhit, tefekkür ve tasavvuf ehli idi. Benim istikrar kalem olduğu gibi pek çoklarına da şifa dağıtan dert babası idi. Kimi için, hastane idi. Kişinin hâline göre, kimine istasyon idi, kimine durak idi, park idi, huzurevi veya istirahatgâh idi. Kimileri için dinlenme tesisi, kütüphane idi. Babaydı, dayıydı, emmiydi ağabey idi…, ve biraz da terzi idi.
Her doktor ihtisas alanında olan hastaya bakar ve o branşa ait ilacı yazar. Osman abi, muhatap olduğu her kişinin hâlet-i ruhaniyesini keşfeder, o çerçevede konuşur ve mutlaka sizi tatmin ederdi. Her kan grubuna uyan müsekkin şurubu idi.
54 sene hiç ses tonu değişmedi. Kimliği, kişiliği, yardımseverliği, gönül alıcılığı, pozitifliği, sabrı, sükûneti, hiç değişmedi. Bir şehrin saat kulesi, bir nehrin köprüsü idi. Zeynep Kâmil’in yarım asırlık TERZİ OSMAN ABİSİ, ne olmuştu da böyle bir zât olmuştu? Nasıl böyle bir zât olunuyor? Diye merak edenler olabilir.
(SÜRECEK)