ORTASINDAYIZ

Abone Ol

Çürümenin tam ortasındayız.

Komşu komşuya, mal araya girince, kardeş kardeşe yan bakar oldu.

Çalmanın tam ortasındayız.

Eline yetki geçen, oturduğu postun kıl sayısı kadar mal varlığı edinmenin peşinde koşuyor. Bizim oylarımızla, bize hizmet etmek üzere seçilenler önceliği kendi dar alanlarından başlamak üzere çemberi giderek genişleterek eş-dost-akrabaya yer açıyor. Hem de bir değil beş yerden, yedi yerden maaş bağlatarak. Yüzlerce daire, kat, mal-mülk edinenlere nereden buldun sorusu yöneltilmiyor.

Kapatmanın tam ortasındayız.

Yine yetki asasını sallayanlar nerede bir arsa, tarla, bahçe görüyor oraya çadır değil demir veya beton direkler dikiyor, üstüne de ‘telden içeri geçeni yaşatmam’ yazarak sınırı çekiyor. Kapatıyor, öyle bir kapatıyor ki geçebilene aşk olsun.

Çöreklenmenin tam ortasındayız.   

Çöken çöktüğü yere çörekleniyor, bir yılan gibi tıslıyor çöktüğü yere yaklaşana. Bir üstündeki çöken kendindense gözlerini yumuyor, çökülenin bağı bahçesi, zeytinliği, incirliği elinden alınmış umurunda bile değil. Evine, arsasına, tarlasına, bağına çökülen atadan, dededen kalma kalıtını nasıl geri alacağını bilemiyor.

Etik dışı davranışların tam ortasındayız.

Etik (ahlak) yıllardır tatilde; yükselen basamak olarak kullandığı zavallıların sırtında yükseldikçe büyüdüğünü sanıyor, devir böyle gider diye hesaplıyor. Kibrinden yanına yaklaşılmıyor. Kimi trafikte bir yayaya veya araca çarpıp ölümlü kazalara neden oluyor, ölmüş-kalmış umursamadan kaçıyor. Yakınları, en yakınları bir yerlere danışarak, güvence alarak vuranı kaçırıyor. Aydın, şair, yazar, yayıncı duyarlılığının adına karalar sürüyor bir yazar.

Uçmanın tam ortasındayız.

“Yalandan kim ölmüş” söylemini doğrularcasına üst üste, birbirinden büyük yalanlarla göz kamaştırıyor bazı siyasetçiler. Akla zarar söylemler dolaşıyor ağızlarda, ekonomi uçuyor inanılırsa. Oysa paranın değeri ayaklar altında. Pazarda tezgâha uzanamıyor eller. Uçuyormuşuz!

Teslimiyetin tam ortasındayız.

Son yirmi iki yıldır ülkedeki tüm sanayi kuruluşları, limanlar, havayolları, yaylalar, maden arama bahanesiyle yerli ve yabancı ortaklıklara dağlarımızı altın bir tepside sunmak emperyalizme tam bağımlılığı getirdi. Parlamenter sistemin bir tuhaf başkanlık sistemine dönüşmesiyle gidiş hızlandı. Ülkeye verilen zararın maddi değeri ölçülemeyecek oranda yüksek olmasıyla birlikte ülke toprağı, sularımız ve insanlarımız hatta sınır ötesi coğrafya zehirlendi. Durumun ciddiyeti herkesin gözleri önüne serildi. Önlem? Henüz dişe dokunur bir önlem göremiyoruz. Birkaç sorumlu bulup haklarında yasal işlem başlatmak çözüm değil. Ülke topraklarının talanına son vermek esas alınmalıdır.

Saymakla ve yazmakla bitmiyor; açlığın, cehaletin, sorumsuzluğun, eğitimsizliğin ve en önemlisi bu ülkeyi sevmemenin, sevenleri kırk katır mı-kırk satır mı yöntemleriyle cezalandırmanın tam ortasındayız.

Gözüdönmüşlüğün tam ortasındayız.

Kadına kız/erkek çocuklara yönelik şiddet, taciz/tecavüz ve cinayet olaylarını okumadığımız gün geçmiyor. Etik değerlerini yitirmiş anne-babalarının 6 – 8 yaş çocuklarını körü körüne inandıkları şeyh, şıh ve tarikatçılara kendi elleriyle sunduğu, hatta kocaların eşlerini okutmaya üfürükçüye, muska yazıcıya götürdüğü tuhaf ilişkiler döküldü basın-yayın kuruluşlarına. Nasıl bir anlayıştır, nasıl bir vicdansızlıktır anlamak olası değil. Onlar da bu cehalet denizinde yüzen insanları sonuna kadar sömürmeye ve kullanmaya devam ediyor. Arabada bir kadınla çıplak yakalanan müftü, camide bir kadınla hatim indirirken yakalanan hoca, vakıflarda erkek çocuklara tecavüz vakası, ‘bir kereden bir şey olmaz’ diyen bakan, ‘küçüğün rızası var’ açıklaması yapan adalet bakanı…  Gün geçtikçe arkası geliyor. Sanırsınız ki ‘arkası yarın’ radyo programının gerçek yaşam kesitleri.

Hukuksuzluğun tam ortasındayız.

Düşüncelerinden ve düşüncelerini açıklamaktan dolayı gazeteciler, hukukçular, yazarlar, aydınlar içerde tutulurken kara para aklayanlar, hırsızlık ve soygun zanlıları, katiller, çeşitli suçlardan hüküm giymiş olanlar ellerini kollarını sallayarak geziyor ortalıkta, polise bile saldırıp can alıyor ancak Çiğdem Materler, Tayfun Kaanlar, Can Atalaylar içerde tutuluyor. Suçsuz oldukları kanıtlandığı,  AP ve İnsan Hakları Mahkemelerince serbest bırakılmaları gerektiği açıklandığı halde! Madende, tersanede, işyerlerinde önlem almamaktan kaynaklanan cinayetlerin zanlıları gerekli cezayı almadıkları için bu cinayetler devam ediyor. Grev yasaklanıyor ancak işveren grevcilerin üstüne ya özel korumalarını saldırtıyor ya da güvenlik marifetiyle grevciler ve malını-mülkünü koruyan köylüler coplanıyor. Hukuk düzenimizin alt-üst olduğu bir devirdeyiz.

Düzeleceği umudumu koruyorum.