ÖNCELİKLERİ ÖNCELİKLENDİREBİLMEK

Abone Ol

20. yüzyılın en çok tanınan filozof, ekonomist ve sosyologlarından biri olan Max Weber, Sanayi Devrimi ile birlikte insanların işlerine neredeyse dinlerine bağlı oldukları kadar bağlandıklarını öne sürmüştür. Çalışmanın bir yaşama biçimi haline geldiği günümüzde özellikle büyük şehirde yaşayıp çalışanlar için hayat, iş ve ev arasında koşturmak ve ev yaşantısında günlük hayatını sürdürebilecek yapılması gerekenleri yapmaktan ibaret maalesef.

Salgın süreci ile birlikte çalışmak, mevcudu korumak ya da hayatımızı idame ettirebilmek için artık uç noktalarda yaşamaya başladık. Ve öylesi bir konuma geldik ki insanlar biraz dinlenecek vakit dahi bulamaz hale geldiler.

Hepimiz öncelik sırasına göre yaşarken hayatı, hep bir tarafımızı yarım bırakmaya başladık. Bir tarafta sitem eden aile fertleri ve arkadaşlar, bir tarafta yapmak isteyip yapamadığınız birçok kişisel işlerimiz...

Hayatınızın önceliklerini neye göre belirliyorsunuz bilemiyorum ama hayatımızın önceliklerine dair keyifli bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Bir gün bir felsefe profesörü, elinde bazı malzemelerle derse gelir. Ders başladığında hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe kavanozunu alır. Sonra da kavanozu ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ardından öğrencilerine kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Bütün öğrenciler hep bir ağızdan dolduğunu söylerler.

Bunun üzerine profesör önündeki kutulardan birinden aldığı çakıl taşlarını, kavanoza döker. Çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurmaya başlar. Profesör yeniden kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Öğrenciler yine hep birlikte ‘Evet doldu.’ derler.

Profesör bu defa da, masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Profesör yine aynı soruyu sorar. Öğrenciler de yine koro halinde ‘Evet doldu.’ derler.

Profesör bu kez ise masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır. Başlar kahveyi kavanozun içine dökmeye. Bu kez de kahve kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Bunun üzerine öğrenciler gülmeye başlar. Ardından profesör öğrencilerine nasihat etmeye başlar:

‘Bu kavanoz sizin hayatınızdır.

Tenis topları, hayatınızdaki önemli şeylerdir. Yani aileniz, çocuklarınız, sağlığınız, arkadaşlarınız gibi. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bunlar hayatınızı doldurmaya yeter.

Çakıl taşları ise sizin için daha az önemli olan diğer şeylerdir. Yani işiniz, eviniz, arabanız gibi.

Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. Şayet kavanoza önce kum doldurursanız çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına yeterli yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz bu defa da önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin.

Çocuklarınızla oynayın.

Sağlığınıza dikkat edin.

Sevdiklerinizle yemeğe çıkın.

Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.

Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.

Öncelikleri sıralamayı iyi bilin.

Gerisi hep kumdur…’

Bu arada bir öğrenci merakla şu soruyu sorar:‘Hocam peki, o iki fincan kahve nedir?’ Profesör gülerek cevaplar:‘Bu soruyu bekliyordum. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır…"

Aslında hikâye meramımı anlatmaya yetiyor. Ama kısa da olsa ekleyeceklerim var. Bizi “Vakit nakittir.” mantığına inandıran ve hayatın her anını sonuna kadar değerlendirmemiz gerektiğini düşündüren bir toplumda yaşıyoruz. Bu da bizleri şüphesiz kendimizi ihmal etmemizden kaynaklı her yönden stres, ruhsal ve sinirsel bozukluklar vs. dolu bir labirente hapsediyor. Kısacası, vakit nakit, altın ya da gümüş değildir. Zaman çok daha değerlidir. Çünkü zaman hayattır ve az olan şey pahalıdır.

En güzel günler sizlerin olsun.