Çocuğum yaşında sayılabilecek öğretmenler dâhil, tüm öğretmenlerimiz karşısında, ceketimin tüm düğmelerini iliklemekten de büyük keyif almışımdır.
Babamın da benim gibi memur olması nedeniyle, ülkemizin pek çok il ve ilçesini dolaştım. Çok sık okul değiştirmek zorunda kaldım. Pek çok okulum, pek çok öğretmenim oldu. Hepsini de çok sevdim. Her öğretmenimden, ayrı bir feyz aldım.
Ama bu öğretmenlerim içersinde; bana doğa sevgisini ve çevre bilincini aşılayan Söke Kocagözoğlu İlkokulu’ndaki Musa YETKİN Öğretmenimi hiçbir zaman unutmadım, unutamam.
Bana hoşgörüyü, insan sevgisini, topluma saygı duymayı aşılayan Söke Lisesi’ndeki Edebiyat Öğretmenim (rahmetli) Şahabettin KARADAYI’yı da hiç unutamam.
Bana şiir ve yazı yazma sevgisini aşılayan Afyon Lisesi’ndeki Edebiyat Öğretmenim (rahmetli) Münevver AKDENİZ’i de her zaman özlemle yad ederim.
Bana ve arkadaşlarıma vefa duygusunu, iyi insan olmanın erdemlerini aşılayan; beni ve arkadaşlarımı bilinçli birer Atatürkçü olarak yetiştiren, Afyon Lisesi’ndeki Felsefe Öğretmenim Halil ÜNLÜ ve Matematik Öğretmenim Ali Dayanık’ın öğrencisi olmakla her zaman gurur duyar ve övünürüm.
Kişiliğimin ve dünya görüşümün gelişmesine ve oturmasına büyük katkı sağlayan, yaşantımdaki en önemli kilometre taşlarından biri olan Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ndeki Hocam Profesör Doktor Yılmaz BÜYÜKERŞEN’in öğrencisi olmanın gururunu ve onurunu taşırım.
Beni eğiten bu hocalarımı, her dem anar, her dem minnetle, şükranla yad ederim.
Minnetle, şükranla, saygıyla andığım bu hocalarımın; benim ve arkadaşlarımın üzerindeki etkisini, geçtiğimiz günlerde beni ziyarete gelen karı koca öğretmen arkadaşlarıma anlattım. Ve onlara şunu söyledim.
“...Bu öğretmenlerim beni ve arkadaşlarımı eğitti, diğer öğretmenlerim ise sadece bir şeyler öğretmeye çalıştılar...”
Bizim kuşağımızın öğrenim yıllarında; eğitim, öğretimin önünde gelirdi.
Bizim kuşağımızın öğretmenleri; öğretimden çok, eğitime ağırlık verirlerdi.
Belki iyi bir öğrenim görmedim ama çok iyi bir eğitim aldığıma inanıyorum.
* * *
Alanya Hamdullah Emin Paşa Koleji Yönetim Kurulunda görevli olduğum yıllarda, öğretmenlerimizle yaptığımız toplantılarda da benzeri konularda, sohbetlerimiz olurdu.
Şimdi olduğu gibi, o tarihlerde de eğitimden ziyade, öğretime ağırlık veriliyor ve çocuklarımız yarış atı gibi, (salt sınavlarda başarılı olmak için) programlanıyordu. Hoş, halen de öyle yapılıyor ya…)
O günlerde de sevgili öğretmenlerimizi uyarmaya çalışır ve kendilerine (haddimi aşmadan) bu tür telkinlerde bulunurdum.
Bulunmasına bulunurdum da sonuç alır mıydım?
Kocaman bir hayır!
Sadece konuşup, tartıştığımızla kalırdık. Veya bende uyanan izlenim, öyleydi.
Bu durum, bugün için de geçerli ve hatta bugün çok daha vahim boyutlarda. Ülkemizin yaşadığı sıkıntıların, bunalımların ve kaosun temelinde de bu eğitim/öğretim çelişkisi yatıyor...
Gençlerimiz belki çok iyi “öğrenim” görüyor (tabii şanslı olanları) ama maalesef, iyi bir “eğitim” alamadıklarından, hazımsız oluyorlar.
Öğrendiklerini, bildiklerini hayata geçiremiyorlar. Okullarından iyi derecede mezun oldukları halde; algılama güçlüğü ve adaptasyon zorluğu, yaşıyorlar.
İnisiyatif kullanamıyorlar.
Liderlik yetilerini dışa vuramıyorlar. Kendilerine güvenemiyorlar.
Öğretmen arkadaşlarımla sohbetlerim sırasında anlıyorum ki; bu çarpık anlayış (bilinçli ya da bilinçsiz) devletin politikası olmuş.
Yani “Millî Eğitim Bakanlığımız”, giderek “Milli Öğretim Bakanlığı” haline gelmiş.
* * *
Başöğretmen Atatürk’ün sevgili öğretmenleri!...
Eğitim ve öğretimdeki bu çarpıklığı; günümüzün koşulları ve ekonomisi yaratıyor.
Ama bu durum ve bu çarpıklık; siz elleri öpülesi öğretmenlerimizin, eğitime ağırlık vermesini (daha açık bir anlatımla) çocuklarımıza doğa sevgisi aşılamanızı, çevre bilinci ve kültürünü vermenizi, iyi insan olmanın erdemlerini, vefa duygusunu, vatan sevgisini, hoşgörüyü anlatmanızı engellememeli.
Aynı apartmanda yıllarca oturup, birbirini tanımayan apartman sakinleri var.
Lütfen çocuklarımıza, artık giderek yok olan, “komşuluk ilişkilerinin” önemini anlatın. Komşu büyükleriyle karşılaştıklarında, “...günaydın amcacığım, iyi akşamlar teyzeciğim...” deme adabını, görgüsünü öğretin.
Mahalleli veya komşu yaşlıların ve hanımların ellerinden filelerini alıp taşımanın, onlara yardımcı olanın dayanılmaz güzelliğini anlatın.
Onlara tatlı dilli, güler yüzlü olmayı aşılayın.
Türk’ün en büyük ve en köklü geleneği olan “imece kavramını”; yardımlaşmanın, paylaşmanın güzelliğini öğretin.
Evin dışındaki çevreyi de evleri gibi görmelerini; evlerini kirletmemeye, kirli bir ortamda yaşamamaya nasıl özen gösteriyorlarsa; çevreyi kirletmeme konusunda da aynı özeni göstermeleri için EĞİTİN…
Lütfen, “...efendim ben, fen bilimleri öğretmeniyim. Bunları anlatmak, sosyal bilimler öğretmenlerine düşer, beni ilgilendirmez...” demeyin.
Lütfen siz de anlatın.
Okul müdürlerimiz de anlatsın, herkes anlatsın, hep anlatalım.
Hep birlikte eğitelim, hep birlikte eğitilelim.
Lütfen... lütfen öğretim kadar; eğitime de hatta öğretimden biraz daha fazla, eğitime ağırlık verelim.
Lütfen “müfredat” denen o illetin ardına sığınmayın.
Namussuzluğun, aktöresizliğin (ahlâksızlığın) diz boyu olduğu bu ülkede, tek umut sizlersiniz.
Sizlerin önünde saygıyla eğiliyorum.
Dipçe. Bir hafta süreyle, konuyu biraz daha açarak, aynı konuyu işlemeyi sürdüreceğim.