Hani TRT’de yayınlanan çok güzel bir program var; “Ömür Dediğin” diye. Ömür dediğin ne ki? Bir yanı eksik kalmış bir yol hikayesi değil mi? Yaşama veya var olma süresine, ya da hayata ömür denirken, çok hoşa gidene de, ömür deniyor. Yunus Emre; “keşke demek için bile geçtir vakit, geçti ömür bir ah ile içi dolu eyvah ile” derken, çarçabuk bitiveren hayatımızı gözler önüne serer. Bir gün önce nerede idim? Bir hafta önce yeredeydim, şimdi nerede? Kendi etrafında dönüş hızı yaklaşık 1670 km olan dünyamız da öyle değil mi? Uzayda yol alıp gitmiyor muyuz? Bin yıl da olsa bir gün kadar kısa.
Alıştırırsınız bir şeye gönlünüzü, ama bu sırada da tüketirsiniz ömrünüzü. Hele bir de gönül almayı bilmeyene emanet etmişseniz ömrünüzü, siz zaten yaşayan ölüsünüz.
Âşık Veysel’in dediği gibi, dünyaya geldiğimiz anda yürümeye başlarız aynı zamanda.
İlk bakışta ömür denilen yol çok uzun görünür gözümüze. Gündüz gece yol alırken günler ayları, aylar yılları, yıllar mevsimleri kovalarken peşi sıra; yolun bir dakika miktarınca olduğunu aklımızın ucundan bile geçirmeyiz.
Neşet Ertaş Usta’nın dediği gibi; “Dünyanın rengine kanıp, hayale aldanıp, boşuna yanarız.’’ İnsan bazen elinde olanın kıymetini bilemiyor. Bitmez dedikleri bitiveriyor. Geçmez dedikleri geçiveriyor.
Elimizde olan ne mi?
Hiç tükenmez dediğimiz, sonlu olan ömürden bahsediyorum. Sınırsızmış gibi harcadığımız vakitten, sayılı nefeslerimizden...
Saniyelerden, dakikalardan, saatlerden, günlerden, haftalardan, aylardan ve o çook uzun sandığımız yıllardan...
Ve bu ömür içinde yaptığımız, yapacağımız, yaşadığımız her şeyden...
Aslında farkında olmadan harcadığımız, boşa geçirdiğimiz o kadar çok vakit var ki... Bu boşa harcanan vakitler içinde, değerlendirmediğimiz, kaçırdığımız o kadar çok fırsatlar, imkânlar var ki!..
En başta sevdiklerimizle daha çok vakit geçirme imkânı. O nadide anları, unutulmaz hatıraları daha çok yaşama imkânı. Vakti boş şeylerle geçirme yerine daha faydalı işlerle geçirme imkânı. Sonsuz olan için biraz daha bir şeyler yapma imkânı...
Fakat heyhat! Gidenler geri gelmiyor. Kaybedilenlerin yeri dolmuyor. Kaçırılan fırsatların, günlerin, ayların, yılların yenisi gelmiyor. Gelmez de...Bir varmış, bir yokmuş gibi. Hatta hiç var olmamış, hep yokmuş gibi, yaşanmış ya da yaşanamamış yıllar…Hayata ha şimdi, ha sonra başlayım derken bir bakıyorsun tükenmiş ömür.
Avucunda son kullanma tarihi çoktan geçmiş bir yığın tecrübe kalıyor…
Atsan atılmıyor, satsan satılmıyor…
“Gençlik bir kuştu, tutmak istedim tutamadım,
Yaşlılık bir paçavra, satmak istedim satamadım”
Bir ikindi gölgesi ömür dediğin. Gece olur duramazsın, güneş vurur kalamazsın. Sade bir ikindilik, kısa bir dinlencelik… Dünyaya ait ne varsa harcanıp gidiyor. Yeyip içmeler, gezip tozmalar, gülüp eğlenmeler. Evin, arabanın taksitleri, tatiller, almalar vermeler, saçıp savurmalar, senin sandığın, saklayıp durduğun altınlar, azıcık bile vermeye kıyamadığın paralar…
Hepsi bir bir kaçıyor senden, ya da istemesen de sen onlardan ayrılmak zorunda kalıyorsun… Bir secde yerleri kalıyor geriye. Alnında mıh gibi çakılı kalıyor. Okşanmış bir yetim başı, öpülmüş anne eli, alınmış bir baba duası…
Gizliden şöyle, kimseye çaktırmadan bir fakirin eline tutuşturulmuş, birileri görür diye korkulmuş sadakalar kalıyor…
Yürekten söylenmiş Elhamdülillah, acizce, kulca edilmiş nasuh bir tevbe, isyanları yıkayan gözyaşları kalıyor…
Mümince gülüşler, şeker tadında sözler….
Biraz dur, bekle biraz… Arada bir arkana dön ve geriye neler bıraktığına bak. Harcanmış yıllarını seyret usulca. Bak nasıl bitiyor ömür dediğin…
Her insan ayrı bir dünya, ama işin özü sevgi, öznesi iyi bir insan olmaktır.
Harcanıp gitmiyor mu bu ömür dediğimiz şey, bazen bir sevda uğruna, bazen bir ümit uğruna, bazen de bir hiç uğruna.
Ömür dediğin; bir ezanla başlayıp, bir salayla biten bu dünyadaki masalımızın adıdır. Ömrü daha iyi anlamak için Sadi Şirazi’nin dediği gibi bir dereye inip suyun akışını seyretmek kâfidir. Sular akar akar gider. Ömür biter biter gider.
Bir insan ömrünü neye vermeli sorusuna Barış Manço ‘’Yaz Dostum ‘’ şarkısında bakın nasıl cevap veriyor.
Yaz dostum, yoksul görsen besle kaymak bal ile
Yaz dostum, garipleri giydir ipek şal ile
Yaz dostum, öksüz görsen sar kanadın kolunu
Yaz dostum, kimse göçmez bu dünyadan mal ile !
Barış söyler kendi bir ders alır mı?
Yaz dostum, su üstüne yazı yazsan kalır mı?
“Biz bir kimsenin ömrünü uzatırsak, yaşlandıkça onun güç ve yeteneklerini azaltarak yaratılışını tersine çeviririz; şimdi hâlâ akıllarını kullanmayacaklar mı? Güç ve kudretin yalnızca Allah’a ait olduğunu idrâk edip O’na kul olmayacaklar mı? Yoksa onlar, bu yüce Kitabın Muhammed’e şeytanlar tarafından ilham edilen bir söz, yahut onun hayal dünyasının ürünü bir şiir olduğunu mu söylüyorlar?” (Yasin/68)
Sevgiyle Kalın..