Ülkenle insanları bu denli seviyorken;
Ölüm ayırdı seni yaşamdan bunca erken.
Sen ki öte dünyaya yıldızca kayıp aktın;
“Zap Boyları” adında bir başyapıt bıraktın.
O ölmez yapıtınla sonsuzca yaşayacak;
Unutulmayacaksın; adın, çağı aşacak.
*
1948’de Çorum’un Göcenovacık köyünde doğan Şükrü Gümüş, dokuz çocuklu bir ailenin en büyük oğluydu. İlkokulu köyünde okuduktan sonra, ortaokulu kentin susuz, ışıksız kondularında ‘tabla’ üzerinde okuyup yazarak bitirdi. Sonra ekmeğe en kestirme yol diye öğretmen okulu sınavlarına girip yatılı okudu. Yazmaya okul sıralarında başladı. Türk Dili, Varlık ve Ilgaz dergileriyle okul sıralarında tanıştı. O dergilerdeki gibi yazmayı düşledi.
“Çorum İlköğretmen Okulunu bitirince gönüllü olarak özellikle “aradığım yeniyi ola ki orada bulurum” diyerek kendisine görev yeri olarak Hakkari’yi seçti. Bunun nedenini, niçinini bir yazısında şöyle anlatır:
“1968 öğretmenliğimin ilk yılıydı. Hakkari’de görev istedim. Madem ki yazmayı koymuştum kafama, ülkemi ve insanlarımı tanımlıydım önce. Okullarda öğretilenlerden, siyasal söylevlerde anlatılanlardan bambaşka bir ülke ve yaşama biçimi sürdüren insanları buldum orada. İlk romanım Zap Boyları oradan kaynaklandı. Gördüğüm ürkünç yaşamın bir bölümünü dile getirmeye çalıştım…”
İki yıl kaldığı Hakkari’nin Gelitan Köyü, Şükrü’nün yaşamında bir dönüm noktasıdır. 22 yaşın ürünü olan bu romanıyla, 1974 Milliyet Roman yarışmasında 312 eser arasında dereceye girip, başarı ödülünü alır. Roman, eleştirmen Rauf Mutluay, yazar İrfan Yalçın ve Talip Apaydın’ın ilgilerini çeker, olumlu eleştirilerin ışığında daha bilinçli bir çalışmaya yönelir. Kendince aşama yapma çabasındadır. İkinci romanı “Topal Karınca” oldukça yetkin bir yapıttır. Hala basılamamıştır. 1984’te öldüğünde 4 yarım roman, bir o kadar da tasarlanmış çalışmaları ve öyküleri kaldı geride.
Şükrü’nün kendisini tanımadan önce “Zap Boyları” romanıyla tanıştım. 1977’de de yüz yüze tanışıp dost olduk. Alçakgönüllü, hoşsohbet, sevecen birisiydi. Dürüst, saygı duyulan ve güven veren bir kişiliği vardı. Aynı zamanda güçlü bir kaleme, engin bir kültüre, inanılmaz bir yeteneğe, şaşılası bir gözlem gücüne sahipti. Türkçeyi çok güzel kullanıyordu.
Kaşı/Edebiyat’ın Mayıs–Haziran 1986 üçüncü sayısında “Bir Şükrü Gümüş Vardı” adlı yazımda O’nun sanatçı yönünü şöyle vurgulamıştım:
“Türk yazınına toplumsal gerçekçilik açısından yeni, taze, güçlü bir soluk getirme yolunda ve çabasındaydı. Kendine özgü bir sanat anlayışı değişik bir biçemi (üslubu) vardı. Halkın içinden gelmiş, güç koşullarda okuyup öğretmen olmuş bir yazar olarak halkını iyi tanıyordu. Halkın içindeki cevheri çok iyi anlayıp özümlüyor; insan ve doğa ilişkilerini, kişilerin iç dünyasındaki özlemi, acıları sorunları sonsuz yeteneği ile sınırsız hayal gücünün potasında yoğurup yorumlayarak, onların dokularını bir oya gibi işleyip, renkli, canlı ve duyarlı, şiirsel bir anlatımla roman ve öykülerini yazıyordu.”
1980’lerin başında Şükrü de benim gibi Çorum’un bir köyünde öğretmendi. Yaz dinlencelerindeki birlikteliğimiz iki edebiyat tutkunu arkadaşın da katılımıyla sanat edebiyat söyleşilerine dönüşürdü. Şükrü’nün deyişiyle “atçıların attan, avcıların itten” konuştuğu gibi biz de sanat ve edebiyattan konuşurduk. Çevremiz bu kadardı.
Şükrü hep yalnızlıkta üretti. Sanat merkezlerinin uzağında oluşu, içinde yaşadığı sosyo-ekonomik koşulların darboğazı Şükrü’yü daha verimli çalışmaktan alıkoymuştur. Bütün bu olumsuzluklar O’nun ölümünü çabuklaştırdı sanki.
1984 başlarında yakalandığı kan hastalığına karşı sekiz ay süren amansız bir savaşımda ölüme yenik düştü. Sanata ve sanatçıya karşı kör, sağır ve duyarsız bir ortamda ölümü sessiz oldu. Uzun yıllar emek verdiği Milli Eğitim toplumu bile ilgisiz kaldı Şükrü’ye.
1978 yılında Ankara’da Türkiye Yazıları dergisinin seminerinde tanıştığı Talip Apaydın, Şükrü’nün ölümüne üzülürken, ilgililerin ilgisizliğini şöyle yazmıştı bir mektubunda:
“…Bazı insanlar hem yaşamlarında hem de ölümlerinde işte böylesine şanssız oluyorlar. Şanssızlık da değil aslında, bizim ve halkımızın konumu böyle getiriyor. Gözden ırak, her türlü ilgiden ırak insanların yazgısı bu… Şükrü Gümüş, taşrada yoksul kesimden gelen bir öğretmen yazar değil de kentlerde sanat çevresinde yaşasaydı o çaba ile herkesin gözünde önemli biri olarak selamlanır, övgüler alırdı, unutulmazlar arasına girerdi. Gene de unutulmayacak…”
1986 yılında Ankara’da Kerem Yayınlarınca, Zap Boyları romanının 2. baskısı yapıldı, elden tüketimlerle ailesine ekonomik katkı sağlandı. Bu konuda yardım ve emeklerini esirgemeyen eleştirmen Mehmet Yaşar Bilen, yazar Burhan Günel, şair ve yazar Ali Mustafa ile Ahmet Özer’in adını anmadan geçemeyeceğim.
O Ahmet Özer ki, Trabzon’da yayımladıkları Kıyı dergisinde her yıl Şükrü Gümüş’ü andılar. O’nun emeğine sahip çıktılar. Şükrü Gümüş’ün ölümünün 10. yılında 1994’de “Şükrü Gümüş Roman Yarışması” düzenlediler. Seçici kurulunda Talip Apaydın, İrfan Yalçın, Burhan Günel, Muzaffer Gündoğar ve Öner Yağcı görev aldı. Bu yarışmada roman birinciliğini Hollanda’nın Lahey kentinde anadil öğretmenliği yapan Murat Tuncel kazandı. Ödül töreni Çorum Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlemesiyle Çorum Büyük Otel’de gerçekleştirildi. Törene Ahmet Özer, Mahmut Makal, İrfan Yalçın, İbrahim Dizman gibi ülkemizin saygın şair ve yazarlarıyla, Şükrü Gümüş Roman ödülü birinciliğini kazanan Murat Tuncel Hollanda’dan gelip katıldılar.
Sevgili Şükrü Gümüş sadece yaşarken başardıklarıyla değil, ölümünden sonra bile Çorum’un kültür ve sanat alanında adının duyurulmasına büyük katkıda bulundu. Kıyı, Karşı / Edebiyat, Varlık, Yazılıkaya dergileriyle yerel ve ulusal basında, Şükrü Gümüş ve Zap Boyları üzerine yazılar yayımlandı.
Yıllar yılların üzerine yığılıp gidiyor. 39 yıl oluyor Şükrü toprağa düşeli. Acısı daha dün gibi yüreklerimizde. Anısı belleklerimizden hiç silinmiyor. Yapıtlarıyla okurlarının, sevenlerinin yüreklerinde yaşamını sürdürüyor.
Sevgili Şükrü Gümüş’ü bir kez daha rahmetle anarken, anısı önünde saygıyla eğiliyor, yeri cennet olsun, ışıklar içinde uyusun diyoruz.
28.08.2023