Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda düzenlenen 20 Bin Öğretmen Atama Töreni'nde konuşan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Bırakın artık boykotu, nedir bunlar? Siz eğitim-öğretim mimarı mısınız, yoksa sokaklarda caddelerde çapulcu olarak dolaşanlar mısınız? “ dedi.
Ülkenin dört bir yanından Ankara'ya gelen ve Millî Eğitim Bakanlığı'nın önünde basın açıklaması yapmak isteyen Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası üyeleri polis engeli ile karşılaştı. Gruba önce biber gazı sıkıldı, ardından da darp edilerek altısı öğretmen üçü avukat, dokuz kişi gözaltına alındı. Öğretmenler, “2014 yılında kaldırılan taban maaş hakkının geri getirilmesini” istiyorlardı.
Öğretmenlere polis engeline tepki gösteren CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu “Öğretmenlere gaz sıktınız, öyle mi? Öğretmenlere şiddet uyguladınız, öyle mi? Öğretmenlere… “Al bunu diyen” o kişi, beni beklesin. Öğretmene yapılan bu efeliği affetmeyeceğiz” diyerek tepki gösterdi.
Eğitim-Sen, Öğretmenlik Meslek Kanun Teklifi’nin kabul edilmemesi isteğiyle Meclis önüne gelerek eylem yaptı. Çevik kuvvet tarafından Meclis önünden uzaklaştırılmak istenen eğitimcilerle polis arasında yine arbede yaşandı.
Öğretmenler tarihsel olarak soylu bir gelenekten geliyorlar. Türkiye de en büyük öğretmen eylemi 1969 yılında TÖS (Türkiye Öğretmeler Sendikası) tarafından yapılmıştı. Toplamda 170 bin öğretmenden 109 bini greve katılmıştı. TÖS’ün 10 Aralık 1969 günü yayınladığı öğretmenleri boykota çağrı bildirisinde şöyle deniliyordu:
“Öğretmen yalvarmaz. Öğretmen boyun eğmez. Öğretmen el açmaz. Öğretmen Almanya'ya, Hollanda'ya işçi - çöpçü gitmez. Öğretmen dövülmez. Öğretmen yakılmaz. Öğretmen kıyılmaz. Öğretmen sürülmez. Öğretmen DERS verir. Öğretmen eline teslim edilmiş çocukları ve milletin kendisini EĞİTİR. Öğretmen horlanmaz, öğretmene SAYGI duyulur…”
Elli yılı aşkın öğretmenler aynı soylu geleneği tekrar eder durur. Özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında yolu, suyu, okulu olmayan, köylere ışığı, aydınlanmayı uygarlığı götürebilmek için canını dişine taktı. Ekonomik yoksunluklarla boğuştu. Bunları konu alan, öyküleştiren yüzlerce roman, öykü yazıldı. Köy Enstitüleri ve yetiştirdiği öğretmenleri ile efsaneleşti. Fakat hep kıyıma uğradı, açığa alındı, görevden alındı, sürgüne gönderildi, maaş kesim cezalarına çarptırıldı. Öğretmene bakış ve zihniyet değişmedi.
Öğretmenler geçtiğimiz hafta da demokratik haklarını ararken polis engeline takıldı. İtilip kakıldı, biber gazı sıkıldı. Ülkenin en yetkin ağızları öğretmenin adını koydu. “ÇAPULCU” yani “başkasının malını yağmalayan, yağma ile geçinen, yağmacı.” dendi. Günümüzde mesleğin ne diye sorulunca “öğretmen” dersen, arkasından diğer soru geliyor: “İkinci işin ne?” Öğretmenin ekonomik, demokratik, akademik haklarına çare olamayan iktidar kolay çözümü buldu. “Çapulcular”…
Avukatına, doktoruna küçümseyerek bakan, millete “zillet”, kadınlara “Kadın mı? Kız mı?” diyen bir anlayışın öğretmeni “çapulcu” görmesi şaşırtmadı. Gerçekten öğretmenler eğitimden sonra geçinmek için ikinci iş yapmak zorunda kaldıkları halde, kimin malını yağmalıyor ve hangi yağma ile geçiniyorlar? Tarihte bir örneği var mı?
Tavuğun altına tavuk yumurtası koyarsan tavuk, ördek yumurtası koyarsan ördek çıkar. Hiçbir yetişkin insan yoktur ki öğretmen eli değmesin. “Çapulcu” öğretmenin de yetiştireceği “Çapulcu” olur. Tanrı korusun gelecek kuşaklarımız çapulcu mu olacak? Ülkemizi çapulcular mı yönetecek? Düşünmek bile istemiyorum. Vah ülkem vah..!