NEREDEN GELİP NEREYE GİDİYORUZ?
Yazımızda bu sorunun cevabını sunacağız.
Ümmetlerin ve milletlerin, hayatlarını huzur içerisinde devam ettirebilmeleri, ahirette de ebedi saadete ulaşabilmeleri için yüzlerini tevhidin ilahi nuru ile aydınlatmaları, kalplerini Hz. Muhammed SAV.in aşk ve muhabbeti ile doldurmaları şarttır.
Daha sonra nasıl bir ümmet ve nasıl bir millet haline geldiğimizi çok iyi bilmemiz lazımdır ki, geleceğimizden emin olalım. Bu bizim ayakta durmamızın temel şartıdır. Çünkü, aslımızı esasımızı, cevherimizi, nereden gelip, nereye gideceğimizi bilmezsek iki dünyada da huzur bulamayız.
O halde kendimize şu soruyu soralım. “Biz kimiz? Gayemiz nedir? Nereden geldik, nereye gideceğiz? Amacımız nedir?”
Şu halde Müslüman kardeşim biz Allahü azimmüşşanın insan için “Biz insanı en güzel bir surette ve tıynette İslam üzerine yarattık” hitabına muhatap olan ve bu hitabın amacına yönelik yaşamak zorunda olan bir milletiz. Yine biz, Kur’an’ın “Ey müminler siz insanlar içinde seçilmiş bir ümmet ve hayırlı bir toplumsunuz” diliyle iyiliği emreden, kötülükten vazgeçirmeye çalışan ilahi fermanın sahipleriyiz. Ve yine biz, Allah’ın terbiyesi ile terbiyelenen, Resulüllah SAV.in terbiye ettiği örnek nesil sahabei kiramın ahlakı üzerine olan bir ümmetiz. Ki, o insanlara R.SAV; “Ey ashabım, orduya yardım edin. Dininizi yüceltin” dediğinde, tüm servetini R.SAV.e getiren ve çoluk çocuğuna ne bıraktın denildiğinde, “Allah ve resulünü bıraktım. Onlar Allah ve resulüllahın yolundan ayrılmadıkları sürece asla sıkıntı çekmez” diye Allah’a ve resulüne iman gücünü gösteren Hz. Ebubekir’in yolundayız.
Fakir fukarayı sırtında yardım çuvalı ile geceleri arayıp bulan, onlara yardım yetiştiren, idaresi sırasında kendi işini görürken, devletin mumunu söndürüp, kendi mumunu yakan, kendi öz oğluna işlediği bir suçtan dolayı tereddütsüz gerekli cezayı vererek adaletten kıl kadar ayrılmayan, Dicle nehrinin üstündeki tahta köprünün kırık tahtası nedeni ile oradan geçerken bacağı kırılan keçinin hesabını Allah benden soracak diyen ve bugün en az 10 tane devlete bölünmüş, o zaman koskoca bir İslam imparatorluğunun hakimi, adil halife Hz. Ömer R.A.nın izinden giden bir milletiz.
Evet biz; kıtlıktan, açlıktan, Mekke Medine halkı kırılırken, bin deve yükü yiyeceği develeri ile birlikte 10 misli pahasına satmayıp, Allah’ın kullarına Alah için tasadduk edip dağıtan, haya abidesi, örnek zengin modelimiz olan Hz. Osman R.A.nın ve eline geçen az bir (4 dirhem) parasını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak çocukları aç iken 84 harbe iştirak eden ve nikahı bizzat Allah tarafından gökte kıyılan, hanımların efendisi Hz. Fatıma’nın eşi olan, ulu Allah tarafından kendisine, Haydarı Karrar, döne döne harbeden, kerremellahü veche Allah yüzünü nurlandırsın şerefine ulaşmış Hz. Aliyyer Mürteza, Allah’ın razı olduğu, Allah’ın aslanı Hz. Ali’nin yolunun takipçileriyiz.
Evet; 40 sene yatsı abdesti ile sabah namazını kıldığı bildirilen İmam-ı Azam’ın yolundayız. Aynı iman ve asaletle yücelmiş, Anadolu’nun kapılarını bu yüce millete açan ve bunu sırf Allah’ın kelimesini yüceltmek için yapan Malazgirt kahramanı Alparslan’ın, İstanbul Fatihi Sultan Mehmet’in, gece misafir kaldığı evde duvarda asılı Kur’an-ı Kerim karşısında sabaha kadar yatmayan, Kur’an’a saygının timsali Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi’nin, Çanakkale’de destan yazan istiklal harbinde canlarını veren aziz şehitlerimizin önder komutanlarımızın bize bırakılan bu aziz vatanı ve yüce dini emanet aldığımız, Fatihlerin, Kanunilerin, bu millete hizmet etmiş devlet büyüklerimizin torunlarıyız. Bize düşen görev, bu şerefli vazifeyi bizden sonrakilere eksiksiz ve fazlası ile devretmektir.
Neslimizi bu bilinçle yetiştirmek, dinine, devletine, milletine layık çalışkan, gayretli, azimli, vatanperver, dindar insanlara teslim etmek zorundayız. Bunu hiçbir zaman unutmayalım ve bu şuurla hareket edelim.