Finlandiya’nın üyeliği 30 Mart 2023 Cumartesi günü TBMM’de kabul edildi. 276 “evet”, “hayır” yok.
Aslında bu “evet” Finlandiya’ya değil NATO’ya “evet” idi.
Zaten bizde her darbenin sabahı darbeciler, NATO’ya bağlılık yemini ederdi.
Ardından kurulan siyasi hükümetlerce de NATO’ya bağlılık yemini edilir ve bir NATO güzellemesi yapılırdı.
Finlandiya oylamasında da görüldü ki, Mecliste temsil edilen 14 siyasi parti, NATO’cu bir çizgide siyaset yapmakta, NATO güzellemesi yapmakta.
İşte meclis aritmetiği: “AKP/286, CHP/135, HDP/56, MHP/47, İYİ Parti/36, TİP/4, DP/2, Memleket Partisi/2, BBP/1, SP/1, Demokrasi ve Atılım Partisi/1, Demokratik Bölgeler Partisi/1, Yenilik Partisi/1, Zafer Partisi/1, bağımsız/7, boş/19.”
Ama oylamaya yalnız 276 milletvekili katıldı, bir kişi bile “hayır” demedi. Oylamaya katılmayanlar ise meclise girmeyerek “evet” kararına katılmış olanlardı.
* * *
Görünen o ki sağ ya da sol, muhafazakâr ya da laik tüm siyasi partilerimizde ABD’ye, özellikle de NATO’ya bir bağlılık, bir sadakat, bir hayranlık var.
Nitekim Sayın Erdoğan, Fansa Cumhurbaşkanı Macron’un NATO ve Türkiye’yle ilgili sözlerine, “Türkiye'yi NATO'dan çıkarmak-çıkarmamak senin haddine mi?” demişti.
Sayın Kılıçdaroğlu ise 21 Şubat 2022 günü, İngiliz haber ajansı Reuters’a verdiği röportajla dünyaya gönderdiği mesajda:
“Biz NATO’nun bir parçasıyız. Biz NATO’yu sadece bir savunma aracı, kurumu olarak da görmüyoruz. NATO artık bugün, 21’inci yüzyılda aynı zamanda demokrasinin de bir güvencesi” demişti.
Elbette bu sözler ve böyle bir bakış, emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı vermiş bir ülkenin siyasetine ve siyasi liderlerin söylemlerine hiç uygun düşmemişti.
* * *
Çünkü NATO, yani “Kuzey Atlantik Savunma İttifakı” küresel sermayenin koruma gücüdür. Daha vurgulu bir ifadeyle, emperyalizmin silahlı gücüdür.
4 Nisan 1949’da kurulmuştur. 12 ülke tarafından…
ABD, İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Danimarka, Hollanda, Kanada, Lüksemburg, İzlanda, Norveç ve Portekiz tarafından Washington’da imzalanmıştır.
1952’de Türkiye ve Yunanistan, 1955’te Almanya, 1982’de İspanya, 1999’da Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya üye olmuştur.
2004’te Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’nın, 2009’da Hırvatistan ve Arnavutluk’un, 2017’de Karadağ’ın ve Mart 2020’de Kuzey Makedonya’nın katılımıyla, bugün 30 üyeli bir askeri güçtür.
Ve Finlandiya’nın katılımı ile de 31 üyeli bir askeri güç olmuştur.
Ama kuruluşundan bugüne, ABD’nin hizmetinde ve ABD politikalarını koruyan militarize bir kuruluş olmuştur.
* * *
Eğer NATO, “demokrasinin bir güvencesi” ise elbette sormak gerekir:
2001’de ABD ve NATO kuvvetlerinin Afganistan’ı işgali, Afganistan’ı yerle bir etmesi, 200 binden fazla insanın ölümü, demokrasinin güvencesi miydi?
2003’te ABD ve NATO kuvvetlerinin Irak’ı işgal etmesi, Irak’ı parçalaması, petrol yataklarına el konulması, bir milyondan fazla insanın ölümü demokrasinin güvencesi miydi?
2011’de ABD ve NATO kuvvetlerinin Libya’yı işgal etmesi, Libya’yı iç çatışmalara hapsetmesi, Libya petrollerinin paylaşılması, 10 binlerce insanın ölümü…
ABD ve NATO’nun her türlü yardımı yaptığı Suudi Arabistan’ın desteği ile 2015’te yaratılan Yemen iç savaşında 250 bine yakın insanın ölümü demokrasinin güvencesi miydi?
2011’den bugüne ABD ve NATO güçlerinin Suriye’de iç savaşı başlatması, Suriye’yi terör örgütlerinin savaş alanına çevirmesi, 400 bin insanın ölümü…
Ortadoğu’nun siyasi haritasını yeniden belirlemek için ABD ve NATO güçlerinin, çok sayıda terör örgütlerini besleyip büyütmesi, her türlü silahla donatması ve tüm Ortadoğu’yu bu örgütlerin çatışma alanına çevirmesi demokrasinin güvencesi miydi?
Ve 1950’den sonra Türkiye’ye yerleştirilen çok sayıda ABD ve NATO üsleri, nükleer silahlar demokrasinin güvencesi miydi?
* * *
Şimdi bir kez daha sormak gerekmez mi?
Eğer NATO, “demokrasinin bir güvencesi” ise ABD ve NATO üslerine karşı “Tam Bağımsız Türkiye” kavgasını veren, kurucu milli değerleri ayağa kaldırmak isteyen 68 kuşağı, neyin kavgasını vermişti?
Eğer NATO, “demokrasinin bir güvencesi” ise Samsun’dan Ankara’ya “Mustafa Kemal Yürüyüşü” yapan 68 kuşağı, neyin kavgasını vermişti?
Ve de eğer NATO, “demokrasinin bir güvencesi” ise verdikleri kavganın bedelini hayatlarıyla ödeyen bu kuşak, neyin bedelini ödemişti?
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Finlandiya’nın NATO’ya katılımına “evet” demek, ABD politikalarının hizmetindeki emperyalizmin silahlı gücü NATO’ya “evet” demek olmuştur.