MUSA UYSAL (EMMİ)Yİ ANARKEN-3

Abone Ol

Köy Enstitülerinde uygulamalı eğitim veriliyordu. Öyle ki; uyku ve yemek saatleri dışında okuyarak, öğrenerek, uygulayarak, tartışarak geçiriyorduk. Bizlere verilen eğitim, çağdaş ve bilimsel eğitimdi…”

Köy Enstitülerinin kapatılmasından sonraki süreçte de yaşanmış bir başka olayı şöyle anlattı:

“Ülkemizden bir heyet Hindistan’a bir gezi düzenler. Bu resmi heyet, eğitim kurumlarını gezerken bir okulun çalışmalarını, programını pek beğenir, över. Nasıl yaptınız, nasıl düşündünüz böyle bir eğitim uygulamasını ve uygulamalı eğitimi? Derler.

Yanıt ilginçtir; Bu örneği Türkiye’den aldık. Köy Enstitülerinin örneğidir, derler. Gördünüz mü? Kendi ülkelerinde kapatıyorlar, başka ülkelerde beğeniyorlar ve övüyorlar.

Böyle bir uygulama, böyle bir eğitim kurumu dünyanın hiçbir yerinde yoktu ve hiçbir yerden örnek alınmadı.

Bu Türk eğitimcilerinin buluşuydu. Daha doğrusu Tonguç Babanın, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve arkadaşlarının eseriydi. Bu Eğitim kurumları dünya literetürüne “Türk eğitimcilerinin özgün buluşudur.” diye geçmiştir. Başka ülkelere de örnek olmuştur.”

ADD’deki toplantı sonrası, Musa Ağabey bırakmadı beni. Yanımızda yazar arkadaşım Bahri Güven de olduğu halde önce öğretmen evine gittik; akşam da şehir kulübüne… Oğlu Dr. Erol Bey de oradaydı. Yemekte, okul yaşamından, öğretmenlik günlerinden, ortak yazar dostlarımızdan söz etti. Sözüne söyleşisine doyamadık Musa Ağabeyin. Neler anlatmadı ki o gece. Anlattıklarından birisi de Tam Aziz Nesinlik türden. Ama öykü değil, yaşadıklarından bir anı. Şöyleydi bu anısı da:

“Antalya cezaevinde, hücrelerdeyiz. Yanımızda yöremizde kimler yatıyor bilmiyoruz. Zaman içinde, getirilip götürmelerden, seslerimizden öğreneceğiz. Feci işkence sesleri geliyor bir yerlerden. Çok rahatsız ediyor insanı. Belli ki arkadaşlar da rahatsız. Çünkü sesleri kesildi. İşkence artarak sürüyor. Parça parça ediyor insanın yüreğini. İnsan olan insana bu zulmü nasıl yapabiliyor? İnsanlığımdan utandım. Düşündüm. Bizleri iyice sindirmek, gözdağı vermek için rol mü yapıyorlar acaba? diye düşündüm.

İnsanın işkence görmeden öyle acı acı bağırması, öyle hareket etmesi mümkün değil! Teypten dinletmiş olabilirler. Ama ne olursa olsun bu bir zulümdür! Bu dinleyene işkencedir.

Sessizliği bozmak için bir türkü söyledim. Türkü söylemeyi de beceremem ki. Yine de Yunus’tan bir deyiş söyledim. Yanı başımdaki hücreden bir ses: “Şu işkenceyi dinlemek daha iyi be Emmi” dedi. Tevfik Yılmaz’dı. Bu kez de O başladı. “Havalanma telli turnam/ Uçup gitme, yele karşı” Dirençli, onurlu ve dimdik duruşumuz başımızdakilerin hiç hoşuna gitmiyordu. Sonra Sivaslı polis havalanmaya götürdü Tevfik Yılmaz’ı.

Hani karanlıktan korkan insan, ya türkü söyler, ya da nara atar ya, işte öyle bir şey! Gözü kör olsun, ne sesim iyi, ne müziğim! Yoksa Tevfik gider miydi havalandırmaya? Ali Bozkurt tepki gösterdi. Bağırıp çağırmaya başladı. Tevfik Yılmaz’ı getirdiler. “Dinini bellediğimin Emmisi, sen türkü söyle ben dayak yeyim,” dedi. Ali Bozkurt’un sesi kesilmişti. Onu da götürmüşler havalandırmaya…”

Zaman zaman gülerek, kimi zaman da üzülerek dinledik onu. Sözümüz, söyleşimiz geç zamana değin sürdü Musa Ağabeyle.

O, ömrünü halkının mutluluğuna ve esenliğine adamış gerçek bir eğitimci, yürekli bir aydındı. Bu ülkenin Musa Uysal gibi yurtseverlere her zaman büyük gereksinimi var. Onlar yaşadıkları sürece Atatürk aydınlığını bu ülkeye yaymayı sürdüreceklerdir. O aydınlığı ise Musa Uysallar var olduğu sürece hiçbir karanlık güç gölgeleyemeyecektir.

Selamlar, saygılar, esenlikler Musa Emmi’ye…3.12.2008