Birkaç günlüğüne kalkıp köyüne gitmişti Ankara'dan.
Döneceği gün, kapısında kamyonu olan yeğeni Selahattin bir öneri ile geldi yanına:
"Dayı, yarın İskilip yolundan dolaşıp Ankara'ya gideceğim, Kızılırmak kıyısındaki bir köyden bamya yükleyeceğim. Şoför mahalli boş, birlikte gideriz."
Küre beli, Hatap boğazı nere, İskilip yolu nere? Biri Aladağ'da, biri Karadağ' da. Biri Çorum'un Güneybatısında, biri kuzeybatısında. Bugüne değin gitmediği, bilmediği yerler oralar. Başka bir zaman da ya gidilir ya gidilmez. Hemen kabul etti.
Sabahın seherinde erkenden yola çıktılar. Çorum'da üç kişi oldular.
Selahattin, var gücüyle gaza basarken bamya al satçısı da kamyonun horultusunun önüne geçerek ağzının içinde topladığı lafları bozuk anlatımıyla boşaltmaya başladı:
"Bamya mevsimi her yıl giderim Dedesli ovasına. Irmak kıyısındaki köylüler beni tanır. Geleceğimi hepsi de biliyor. Hoparlörle köylü haberdar ediliyor. Biz oraya varana dek onlar da dünya kadar bamya toplarlar. Onlar, topladıkları bamyaları sepet sepet kamyona boşaltırken ben de cüzdanımdaki pangınotları boşaltırım."
Sustu.
Kamyon, Kösedağ'ın eteklerinde kıvrıla dolana yol alıyor. Sanırsınız ki, Harami Boğazı'nda harami arıyor, bir yandan da ırmağa ulaşmaya çalışıyor. .
Selahattin'in gözü kulağı yolda, onunki alsatçıda.
Alsatçının kafasının içinde kırk tilki:
"Beyim! Defterim, kalemim çantamda hazır. Siz de katipliğini yapar mısınız bu işin?"
"Olur, yaparım."
İnişli çıkışlı, dolambaçlı yol boyunca hırıldaya zırıldaya bamya tarlalarını buldu kamyon.
Irmağı geçip, uzunca bir toprak yola girdi. Dedesli ovasında tozu dumana kata kata ilerliyor.
Selam verip, selam aldılar. En az yüz yıllık söğüt ağaçlarının gölgesinin düştüğü bir yerde durdular.
Oraya önceden gelip, kamyonun gelmesini bekleyenler de vardı. Onların getirdikleri bamyalar tartıldı, deftere kaydedildi. Paraları ödendi.
Gelen geldi, gelen geldi. Para bitti, alım işi de bitti.
Ankara yolunda en az konuşan bu kez alsatçı oldu. Belli ki, satacağı bamyadan ne kadar kazanacağının hesabına dalmıştı.
Bir gülümseme dalgası dolaştı yüzünde.
"2024 yılı Haziran ayının ilk haftası sonunda, tam kırk yıl sonra bu kamyon yolculuğu nasıl oldu da çıkıp geldi anıların arasından?" dedi içinden.
*
Ankara'dan kalkıp Çankırı ili Eldivan ilçesi, Saray Köy'e kiraz yemeye gidiyor. Çorum'dan da gelenler olacak; Aslan Kaya, kardeşi Cihat Kaya, Hasan Ali Kalayoğlu.
Altmış yıllık arkadaşlığın izini sürüyorlar. Çorum İlk Öğretmen Okulu'ndan arkadaşları Mustafa Çağlar'ın daveti alıp götürüyor onları oralara.
Saray köy'ü görünce, "Neyleyim sarayı, neyleyim köşkü!" diye mırıldandı.
Sırtını dağa yaslamış Saray köy. Önü, bağlık bahçelik, güneyden kuzeye tatlı bir meyille Seydi köye kadar gidiyor. Daha uzaklarda doğudan batıya sıra sıra dağlar... Dağlardan biri de en uç tepesi, zirvesi görünen Ilgaz dağı.
Saray köyde dutu, kirazı görünce anımsamıştı Çorum'dan Ankara'ya bamya götürdükleri günü.
"Bu köyde de dut, kiraz pazarı kurulur." diye geçirdi içinden.
Köyde başka katılanlar da oldu aralarına; Zülfikar Sarı, Bevlül Sevim, Hakkı Tarhan... İçtenlikli, sıcak insanlar hepsi de. Kaynayıp karıştılar. Kiraz bahçelerine izinsiz dalan haşarı çocuklar gibiydiler.
Bağları, bahçeleri gezerken, mutlu olacağı yerde başı dumanlı dağ oldu.
Kırk yıl önce Çorum'da bamya tarlalarında yaşadığı heyecanı, Çankırı'da - kiraz yemeye geldiği vatanın bu cennet köşesinde - yaşayamadı.
Emekliler kalıyor köyde. Bağın bahçenin yüzüne bakan yok. Bel, kazma, kürek, çapa atıldığı köşelerde kalmış, paslanmış her biri. Onca meyve ağacı, gölgesine insan bekliyor. Çocuk sesleri bekliyor. Gelen giden yok.
Dutun, kirazın yüzüne bakan yok. Yük kamyonları, kamyonetler yüzünü dönüp bakmıyor.
Bahçelerden toplanacak kiradan, duttan daha çok para yutuyor kamyonetin, kamyonun yakıt depoları.
Arkadaşları dut, kiraz yerken o, iç dünyasında Haramilerle, haydutlarla amansız bir kavga yaşıyor.
İç hesaplaması sürüyor:
"Harami olmuş devlet. Üç yüz liralık akaryakıta üç bin lira alıyor. Kiraz, dut dalında kalıyor.
Tapu sahipleri öldüğünde, bu bağlar, bahçeler daha da küçülecek. Bir ağacın öğle vaktindeki gölgesi kadar yer kalmayacak mirasçıların her birine. Satsalar para etmeyecek.
Gün gelecek, İsrailli iş bitiricinin biri cebine parayı koyacak, gezecek, dolaşacak buralarda. Üç yerine beş verecek, toplayacak hisseleri.
Köyün kadınları, kızları, erkeği dişisi gündelikçisi olacak İsraillinin."
Dedikleri doğru. Çuval ağzı değil ki büzesin. Bilen de konuşuyor, bilmeyen de. "Konya ovasının yarısını almış İsrailliler." diyor ağzını açan.
Cumhuriyet'in ilk elli yılı böyle değildi. Üreticinin ürününü ya devlet alırdı ya tüccar.
Ürünlerin dış satımı sayesinde fabrikalarımız olmuştu.
Elinizin altında akıllı telefon. Gizlisi saklısı yok olanların.
"İskenderun Demir Çelik Fabrikası'nı Ruslar yaptı, parası domates satarak ödendi.
Seydişehir Alüminyum Fabrikası' nı Ruslar yaptı, parası portakal satarak ödendi.
Aliağa Rafinerisi'ni Ruslar yaptı, parası salatalık satarak ödendi.
Oymapınar Barajı'nı Ruslar yaptı, parası mandalina satarak ödendi."
Son yirmi, otuz yıl öncesine kadar ne yerde kalırdı ürün ne dalda.
Dut satılırdı,
Kiraz satılırdı,
Elma, ceviz, ayva satılırdı,
Memleket toprağı satılmazdı.