ÖNCE ÖZÜR DİLİYORUM
Bu yazıma, bütün okuyucularımdan şahsım adına özür dileyerek başlıyorum. Çünkü ben makale yazarı, köşe yazarı değilim. Daha doğrusu ben makale yazamıyorum. Emin olun ki beceremiyorum. Zira köşe yazarlığı birçok arkadaşımın yaptığı gibi, her gün, aynı köşede aynı uzunlukta, az öz yazmaktır. Makalede, meselenin ipuçlarını, ana fikrini, kendi fikrini, görüşünü, yorumunu, tenkidini ifade edersin. Ayrıntıyı veya kararı, okuyucunun anlayışına bırakırsın. Profesyonel köşe yazarlarının hiç birinde görmedim ki “devamı yarın” yazsın.
Lütfen beni şöyle anlamayın. Çok çok yazıyor, uzun uzun yazıyor, ne çok şey biliyor desinler diye bir şey asla aklımdan bile geçmez. Ben ne yaşamışsam üç aşağı, beş yukarı herkes onu zaten yaşamıştır. Ancak bazı özel yaşantıları (yani hâtıramı) okuyucu ile paylaşmış oluyorum. Yoksa kimseden daha bilgili veya daha üstün değiliz.
Vallahi kısa yazmayı beceremiyorum. Elimde olmadan defalarca yaz-boz, yaz-sil, olmadı değiştir derken bir bakıyorum beş altı sayfa olmuş. Daha kötüsü bakıyorum ki bir haftam gitmiş. O konu kapanmış. Yayınlamanın hiçbir esprisi kalmamış. İşte şu an önünüzdeki MARKET yazısı bunun bir delilidir. Vallahi bir hafta evvel, “Selahattin hiç uzatma. Akşama bitir. Marketler her şeyi satmasın. Diğer esnafın ekmeği ile oynamasınlar. Kırtasiye senin neyine. Mesleği, kırtasiyecilik olan esnaf aylardır bekliyor. Okullar açıldı biraz yüzü gülecek. On bin kalem mal satıyorsun. Kırtasiye senin işin mi? Bırak da kitapçı, kırtasiyeci de ekmek yesin.
Ayakkabıcı mısın? Hayır. Ayakkabıdan anlar mısın? Hayır! Ayakkabı giyilecek, deneyecek oturağın var mı? Yok. Aynan var mı? Yok. Çekeceğin var mı? Yok. Müşteri ile ilgilenecek elemanın var mı yok. Niye ayakkabı satıyorsun be adam! Başka işin yok mu senin? HERKES KENDİ İŞİNİ YAPSIN.” deyip kapayacağım bir yazı idi. İşte aldı başını gitti. Gördüğünüz gibi, romana döndü. Özür diliyorum.
MARKET İCAT OLDU MUHABBET ÖLDÜ
Bizim tarihimizde güzel bir örnek vardır. Fatih Sultan Mehmet zamanına ithaf ederler. Bir esnaf siftah etmişse ikinci müşterisini siftah etmeyen komşusuna yönlendirirmiş. Mâlûmunuz bizim ticaret, zanaat, esnaf ve çarşı hayatımızda AHİLİK geleneğimiz vardır. Her mesleğin ve esnaflığın, usul ve erkânı vardır. Hepsinin müşterek belli bir ahlâk, terbiye ve disiplini vardır. Çıraklıktan başlar, kalfalık, ustalık, komşuluk ve ölene kadar devam eder.
hâlâ Anadolu’nun birçok yöresinde çarşıda, pazarda, bedestende (Şimdi pasaj diyoruz) devam ettiğini gururla görmekteyiz. Esnaf yeri gelir müşterisine çay ısmarlar. Alış veriş yapacak olmasak bile ahbabımızdır dükkânına uğrarız, hatırını sorarız, iki laf eder gideriz. Müsait ise çayımızı içeriz. Haydi, hayırlı işler der gideriz.
Esnaflık ve çarşı geleneğimiz çok güzeldir. Esnafların gözüyle bakalım. Her sabah gelirler besmele ile dükkânlarını açarlar. Çırağı ya da kendi süpürgesini alır dükkânın önünü süpürür. Komşuları ile selâmlaşırlar. Birbirlerine hayır da ederler. Sabah çayı içerler. Tiryaki olan varsa bir de duman üfürttürür. Veresiye almayı bırak bir şey almışız da paramız yetmemişse o esnafımız hazır kuvvet gibidir. Hiç çekinmeden eksiğimizi tamamlar. Bir de sorar yeter mi, biraz daha vereyim mi?
* * *
MARKET İCAT OLDU, BU MUHABBET ÖLDÜ
giriyorsun, sepeti, arabayı dolduruyorsun. Otomatik kasa, hesabını ekrana yazıyor. Ödeyip çıkıyorsun. Kimse kimsenin yüzüne bile bakmıyor. Kırk kere aynı kıyafetle git. Kırkıncı gidişinde, gömleğim ne renk diye sor bilmez. Elbette çağa karşı değiliz. Marketin ve marketçiliğin de iyi yönleri var. Zincir marketçilikte bir nevi kurumsallık olduğu için, şikâyet mercii var, iade hakkın var. Hile yok, hileli mal yok. En önemli artısı kontrol var, kaide var, fiyat birliği var. Belki kurum içi eğitim de vardır. Marketlerden önce spotçuluk vardı, karaborsa vardı. Çakma yani sahte ve taklit mallar vardı. Hilebaz toptancılar vardı. Esnafı kandırıyordu. Marketler doğrudan fabrikadan aldıkları için markete hileli mal giremiyor. Spotçu kalkmadı. Ama marketin kendinin spot ve stok yapma imkânı var. Pazarcıların yaptığı gibi, öne iyileri dizip arkadan çürük vermek yok. Sebzeyi, meyveyi müşteri kendi seçiyor.
Market, dükkân, mal ve esnaf derken buraya kadar andığımız mevzunun bakkal ve manav malzemeleri olduğunu hissetmişsinizdir. Demirciliği, marangozluğu, zücaciyeyi, konfeksiyonu, berberliği kastetmedik
-**-
Bizim geleneklerimize bakın dikkat ederseniz il ve ilçelerde fırınlar hariç, kocaman kocaman, geniş geniş dükkânlar yoktur. Bilhassa eski çarşılar böyledir. Tahmin ediyorum ki o çağa göre, müşteri az, mal çeşidi az idi. Raf, terek, masa vitrin yoktu. O kadar dükkân yetiyordu. Her şey gibi market şuuru veya bilgisi de bize dışarıdan geldi. Biz de aynen taklit ettik.
TÜRKİYEDE MARKETÇİLİK NASIL BAŞLADI?
ben MARSA’da (Margarin San.A.Ş.) çalışırken bugünkü gibi market ve marketçilik yoktu. Kısaca arz edeyim. Tarihe not düşülmüş olsun. Zira bizim kuşak da gittikten sonra bu meyanda geçmişi anlatacak kimse kalmayacak.
(SÜRECEK)