Mangal yakmayı, özellikte pikniğe gittiğimiz günlerde, odun kömürü ateşinde domates, biber, patlıcan ve şişlik et kızartmayı severim. Yetmiş üç yıllık bir ömrün en az elli yılında zaman zaman arkadaşlarımı veya aile bireylerini toplayarak mangal yaktığım ve keyifli mangal ortamında sohbetler ettiğim çok olmuştur.
Mangal yakmak hüner ister, ustalık gerektirir. Bunu doğuştan gelen bir özellik olarak görmesek de çocuklukta kazanılmış bir alışkanlık olarak düşünmek gerekir. Tek bir kibritle mangalı tutuşturup bir kenara çekilirim, hazır oluncaya kadar bir daha yanına yaklaşmam. Dostlarım benim yöntemime akıl erdiremediklerini sık sık belirtmişlerdir. Yakamadığı mangalın üstüne gaz yağı döküp tutuşturmaya kalkanları; elini kolunu, saçını başını, yüzünü yakanları tanırım. İlkokul öğrenciliğimde arkadaşlarımla iki taş arasında kuru otla, çer-çöple yaktığımız ateşte mısır közlediğimiz zamanlardan kalma bir el yatkınlığım var. O zamanlar çok tehlikeli bir şey yaptığımızın ayırdında olmadığımızı, büyük yangınlara neden olunabileceğini hiç aklımıza getirmemişiz, anlaşılan. Neyse ki böyle bir sorun yaşamadık, yaşatmadık, anımsadığım kadarıyla.
Mangal bir ekin/kültür etkinliğidir. Mangaldan çok mangal etrafına birikenler, yapılan sohbetler ilgimi çekmiştir. Tek başına mangal yakmazsın, etrafında yakın dostların, iyi görüştüğün arkadaşların, değer verdiğin kişiler olmalıdır. Durup dururken mangal yakılmaz. Mangalda yalnızca biber, domates veya et kızartılmaz, aynı zamanda söz ısıtılır, anılar yaşanır, söyleşi ortamı doğar. Sofra büyüdükçe mangalın etrafında halka oluşur, katılımcılar kalabalıksa mangalda pişen her ne ise çeyrek veya yarım ekmeğin içine yerleştirilir üstüne birkaç dilim domates ve bir adet biber konarak sırası gelene sunulur. Beni en çok sevindiren sırada bekleyen çocuklardır. Onları öne alırım, ellerine mangalın hafif ateşinde yavaş yavaş pişeni ve içeceklerini tutuşturur, keyifle karınlarını doyurmalarını izlerim. Henüz kendi payımı almadan onların neşe içinde, mutluluklarını paylaşan sözlerini, konuşmalarını dinlemek beni çok mutlu eder. Sonra çocukların annelerine gelir sıra; onlar da paylarını aldıktan sonra erkek katılımcılar mangalın etrafına toplanır. Mangalda pişen hazır olunca ekmeğin içine aynı malzemeyi doldurup rastgele dağıtmaya başlarım. Bu arada katılımcılardan içki içmek isteyenler kadehlerini doldurur, bir kadeh de bana sunarlarsa sevinirim, kendi payıma düşenle yudumlarım. Mangal gününe gelenler salata, dolma, börek, zeytinyağlı birkaç yemek getirmişse isteyen katılımcı bunlardan tabağına alır ve keyifli bir ortam oluşur. Hele de hava güneşli ise, yağmur yaş beklentisi yoksa gün güzel geçer. Yüklendiğimiz yaşam güçlüklerini bir günlüğüne omuzlarımızdan atarız, hafifleriz. Dost yüzler görmek, dostlar arasında bulunmak yaşam sıkıntılarından geçici de olsa uzaklaşmamızı getirir.
Piknik sonunda mangalı söndürmek, etrafa saçılan döküntüleri toplamak da unutulmamalı. Çoğu piknikçi bunu yapmaz, akla gelmeyecek zararlara neden olur.
Bu anlattıklarım ekonomik durumun görece daha iyi olduğu birkaç yıl öncesine kadar geçerliydi. İnsanların, özellikle asgari ücretle geçimini sağlayanların ve 7.500 TL emekli maaşıyla geçinmek zorunda kalan büyük çoğunluğun ete uzak kaldığı günümüzde mangal keyfi anlatmak da ne oluyor, diyorsunuz, eminim. Ben de bu yazdıklarımı keyif olsun diye yazmıyorum. Geçmişe özlemin yanı sıra bir ayıbı da anlatmak istediğim için konu ediyorum.
Halkın büyük çoğunluğunu oluşturan emekçi ailelerinin evine ayda iki kilo bile et girmediği, hatta açlık sınırı altında yaşayan asgari ücretlilerin aylarca kasaba uğramadığı, çocuklarının beslenme çantalarına bir dirhem bir şey koyamadığı bu günlerde, 14 Aralık 2023’te, 2024 bütçe görüşmeleri sırasında, iktidar partisi vekilleri TBMM bahçesinde mangal partisi verdi! Adetleriymiş!
Asgari ücrete iyi bir artışı onaylayın da emekçi kasabın yüzünü görsün!
Zamanlamaya dikkatinizi çekerim. Asgari ücret komisyonu açlık sınırı altında kalan asgari ücretin ne olacağı görüşülürken, emekçinin kazanında et yerine dert kaynarken, millet geçim sıkıntısını iliklerinde hissederken, vekillerin tüm ulusla alay eder gibi meclis bahçesinde mangal partisi vermelerini ve bunu zevkle paylaşmalarını, doğrusu, çok yadırgadım. Yadırgama hafif kalır, kınadım.
Kör göze parmak sokarcasına, geçimini sağlayamayan büyük çoğunlukla alay edercesine ‘mangal partisi’ vermek…
Bu rüküşlük, bu saygısızlık, bu sonradan görmelik, bulunduğu yeri hazmedemezlik…
Bir başka açıdan da bakmakta yarar görüyorum. Mecliste Filistin’e İsrail saldırısı konusunda çok ciddi noktalara değinen vekil Hasan Bitmez konuşmasının sonunda kürsüden inerken kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Düştüğü sırada sarf edilen yakışıksız sözlerin yanı sıra, aynı zamanda Meclis bahçesinde mangal partisi vermek de üstüne tüy dikti! Bu ne duyarsızlık!
Ederi 18 milyondan aşağı olmayan 4x4 ciplerle ‘fink atma’; bu araçların içinde basına yansıyan ‘pudra şeker’ çekerek kendinden geçme; elinden, kolundan, boynundan sarkan işlemeli altınlarla dolaşma; bin beş yüz metreden fark edilen görgüsüzlük; adlarını sıralamak istemediğim yabancı marka mağazaların marka etiketli giysileriyle dolaşma, ve daha nice beklenmeyen davranışlar … Bu rüküşlük, bu gözü doymazlık … Nereye kadar?
Nasıl olsa anlamazlar, anlasalar da seslerini çıkarmazlar, demeyin sakın. Herkes her şeyi anlıyor ve yeri zamanı gelince anladığını size bir biçimde hissettirecektir. Önümüzde Mart sınavı var.
Mangal partisini yukarda sıralanan görgüsüzlüğe ve duyarsızlığa ekliyorum.
Tevfik Fikret’in Han-ı Yağma şiirindeki dizeleri anımsamadan edemiyor insan:
“Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
Şiirin günümüz Türkçesi:
Bu sofracık, efendiler ki bekler yutulmayı
Huzurunuzda titriyor şu milletin hayatıdır
Şu milletin ki acılı, şu milletin ki can çekişir!
Fakat sakın çekinmeyin; yiyin, yutun hapır hapır
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler, pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün yarın kalır mı, kim bilir?
Şu nimetler sofrası bakın, gelişinizle övünür
Bu hakkıdır gazânızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin; bu iç açıcı sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Söyleyecek söz bulamıyorum!
Kokusu ülkeyi sardı.
Yarasın vekiller yarasın!