KUTSAL OLAN; SAVAŞ DEĞİL, BARIŞ VE YAŞAMDIR

Abone Ol

Yannis Ritsos
1 Eylül “Dünya Barış Günü”.
1 Eylül 1939 tarihinde Nazi Alman orduları Polonya’ya saldırarak 20. yüzyılın en kanlı, en kirli savaşını başlatmıştı. Milyonlarca insanın ölümüne ve sakat kalmasına neden olan bu savaşın başlangıç günü olarak kabul edilen 1 Eylül “Dünya Barış Günü” olarak anılmaktadır.
Savaş; harflerden oluşan bu tanımdan çok daha öte bir anlam taşır. Savaş insanların ölmesi, yaralanması ya da sakat kalmasının yanı sıra; ailesini, yakınlarını ve dostlarını kaybetmesi demektir. Savaş, korku, acı şiddet ve gözyaşı demektir. Savaş, yalnızca geçmişteki ya da bugünkü acıların değil, süreğen etkisiyle sonraki kuşakları da etkileyecek ağır bir travmadır. Savaşların tarihi, insanlık tarihiyle koşuttur. İlkel topluluklarda savaş, var olabilmenin ve yaşamı sürdürebilmenin bir koşulu iken; günümüzde insanlığın tüm gelişim, değişim ve dönüşümüne karşın, çıkar savaşları şeklindedir. Geçmişten günümüze, savaş aletleri daha da çeşitlenmiş, öldürme teknikleri gelişmiş, silah satan kişiler ve ülkeler bu kan pazarı üzerinden zenginleşmişlerdir. Geçtiğimiz yüzyıllarda savaşlarda yaşamını yitiren, ya da sakat kalan insanların, çoğunluğunu askerler oluştururken, son yüzyılda etkilenen insanların niteliği ve niceliği değişmiştir. Günümüzde savaştan en çok etkilenenler, kadınlar ve çocuklar olmaktadır.
Savaş, insanlarda birçok olumsuzluk yaratır. Savaş; ölüm, sakat kalma, açlık, gözyaşı, hüzün, korku, yoksunluk, yoksulluk, şiddet, kimsesizlik vb. demektir. Savaş, birçok ruhsal bozukluğun tetiklenmesi saldırganlık ve öldürme dürtüsünün artması demektir. Savaş, bireyin kendine ve topluma yabancılaşması demektir. Savaşlar yalnızca yaşayanları değil, medya aracılığıyla, odamıza bir aksiyon filmi gibi giren sahneleri ile en fazla çocukları etkilemektedir. Savaş, sadece insanı değil, doğa, hayvan, bitki ne varsa, yakıp yok etmektedir. Savaşın olduğu yerde uzun yıllar çayır çimen, ot, çalı bile yetişememektedir. Savaşın olduğu yerlerde börtü, böcek, yılan, çıyan canlı yaşamamaktadır. Savaşlara ne kadar kutsallık ve başka değerler yüklese de, insanlığın kaybettiği yerde kazanan olamaz.
Savaş, insanın kendi kendini yok etmesi uygarlığa, insanlığa, aykırı bir durumken hala savaş, nefret söylemi içinde olanlar ve bu düşünceden beslenenler var ne yazık ki. Geçmişten günümüze hemen yanı başımızda Orta-doğu coğrafyası bir türlü huzur bulamamaktadır.2.Dünya savaşında Nazilerin fırınlarda yaktığı, tarihin yaşadığı en büyük acılardan geçmiş Yahudi halkına İngiltere'nin öncülüğünde Ortadoğu’nun ortasında bir ülke kurdurulmuştur. Sonrasında bu acılardan geçmiş Yahudi halkının torunları günümüzde Filistin halkını ambargolarla ekmeğe- suya muhtaç bırakırken, öldürmekten de geri kalmamaktadır. Ortadoğu’da bizim de komşularımız olan ülkelerde, din, etnik köken adına savaş, ölüm, kan gözyaşı devam ediyor.
Günümüzde devam eden savaşlar, insanlığın geleceği olan en çok çocukların etkilendiği, örselendiği ciddi ruh sağlığı sorunlarına yol açmıştır. Birçok çocuk bombalamalara maruz kalmakta, sıklıkla cinsel ve fiziksel istismarın kurbanı olmaktadır. Bu örseleyici yaşantıların çok uzun süren, sağlıklı gelişmeyi engelleyen ruhsal-toplumsal sorunlara yol açtığı bilinmektedir. Ortadoğu coğrafyasında çocuk olmak; çocuk olamamak, doğarken ihtiyar olmak, oyuncaksız, oyunsuz olmak demektir. Orta doğu coğrafyasında çocuk olmak; ninnisiz uyumak, topla, tüfekle, tankla uyanmak demektir. Ortadoğu’da çocuk olmak; taş, toprak, sapan, top, tüfek, mermi vb. savaş aletlerinin kalıntılarıyla oyun kurmak demektir. Orta-doğu’da çocuk olmak; gözde yaş, yürekte acı ve korku büyütmek demektir.
Günümüzde savaşı ve şiddeti ortadan kaldırmak, travmaları ve yaraları sağaltmak için; “barış isteği cılız bir çığlık değil, kin, öfke ve ölümü kutsayan anlayışı aşıp geçecek, gür bir haykırış olmalı.”