KÜLYUTMAZ ŞAKİR-3

Abone Ol

Saat beş buçuk oldu, altı oldu. Gelmeme olasılığını düşünmek bile istemiyoruz. “İşi çıktı herhalde, onun için gecikti” diyoruz. Saat yedi buçuk olunca umutlar tükendi, sabrımız taştı. Aldatıldığımızı, oyuna getirildiğimizi, enayi yerine konulduğumuzu düşündük. Bağırıp, çığırarak söylemeye başladı arkadaşlar. Bu arada küfrün de bini bir para.”
“Vay namussuz adam, vay!” diyerek Sadık öfkesini açığa vurdu.
Şakir sürdürdü:
Güneş ufka yaklaşmıştı. 
“Arkadaşlar,” dedim.     “Beni dinleyin.” Herkes sustu. “Bağırıp çağırmakla bir şey elde edemeyiz. Bu adam gelmeyecek. Açıkçası iyice kazıklandık. Akşam iniyor. Burada geceleyecek değiliz ya!.. Gidelim artık yavaş yavaş…” 
Yola koyulduk. Her kafadan bir ses çıkıyor. Sövmekten, dövmekten, hatta öldürmekten dem duranlar bile var. O kadar öfke yüklü herkes.
Ellerimizde küreklerle yarım saatte indik İzmir yoluna. Ben yeniden:
“Arkadaşlar,” dedim. “Tekrar buraya gelmek söz konusu olursa burayı nasıl buluruz.”
“Bulamayız ki,” dediler.
“Elbet bulamayız. Onun için yolun iki yanına taşlarla işaret koyalım,” dedim. “Kim bilir belki yine gelebiliriz.”
“İyi düşünce,” dediler.
Hemen yolun kıyısındaki iri taşları toplayarak yolun, ana yola bağlantı noktasının iki yanına iki taş öbeği yaptık. 
Ben sürdürdüm sözümü:
“Arkadaşlar,” dedim. “Yaşadığımız bu olaydan kimseye söz etmeyelim. Yoksa arkadaşlarımıza gırgır malzemesi oluruz. Adamın “alametifarikası”, yani başka kişilerden ayırıcı özelliği, alnının üst yanındaki bir tutam saçının anadan doğma bembeyaz olması. Nerde olsa o saçı nedeniyle onu rahatlıkla tanıyabiliriz. Fakat o bizleri tanıyamaz kolay kolay. Fırsat buldukça çarşıda pazarda o adamı rastlama olasılığına karşın gözümüz açık olmalı. Şayet karşılaşırsak sezdirmeden yerini öğrenip birbirimize haber verelim. İzini bulduktan sonra bir araya gelip nasıl hareket edeceğimize birlikte karar veririz.”
Hepsi de “tamam!” dediler.
Güneş batarken durdurduğumuz bir kamyona binerek İzmir’e dönüp, Karşıyaka’daki Madam’ın Han’a geldik. Diğer arkadaşlar orada kalıyorlardı. 
“Çok ilginç bir serüven Şakir Abi,” dedi ibiş.
“Adam sözde kurnazca davranıp beleşe getirdiği kumu daha sonra götürecek.” dedi Sadık.
“Memlekette böyle üçkağıtçı, dolandırıcılar da var ne yazık ki” dedi İbiş. 
“Adamı yakalayabildiniz mi bari?  diye sordu Salim adlı genç.
“Hayır. Nasıl bulacaksın ki?
Bu arada çaylar gelmişti. 
Çaylar yudumlanırken yeniden söze girdi Külyutmaz Şakir.
“Bu işin öncesinde Bostanlı tarafında beş kat olarak planlanıp projelendirilmiş bir inşaat işinde çalışıyorduk. Ben, ekibimle birlikte bu apartmanın kalıp işini yapıyordum. Birinci katın kalıbı bitmiş, betonu atılmıştı. Kum işinden döndüğümüz akşam inşaatın sahibi Bilal Bey’in adamı kaldığımız yerde gelip beni bulmuş; beton kalıbının sökülüp, ikinci katın beton kalıbı için, sabah ekibimle birlikte inşaat yerinde hazır olmamı söylemişti. Ben de  “peki” demiştim. 
Sabah ekibimi oluşturup erkence inşaat alanına varıp işe koyulduk. Saat 9.00‘a doğru Bilal Bey’in babası arabasıyla geldi. Bilal yakınımdaydı. Bizlere: 
“Kolay gelsin çocuklar” dedi.
“Hoş geldiniz beyim.”dedim. 
Sonra oğluna:
“Şakir’i de al şantiyeye gel!” dedi. 
Bilal Bey de, babası Bahri Bey de beni çok severlerdi. İşi bırakıp merakla yürüdüm peşlerinden. Şantiyedeki odaya girer girmez de Bahri Bey:
“Kumcu Çakır selam bırakmış,” dedi. “Babası ağır hastaymış, memleketine gidiyormuş.”
“Yani, kumcunuzu kendiniz bulun demek istemiş,” dedi Bilal Bey.
“Öyle oğlum.”
(SÜRECEK)