KÜÇÜK İSMAİL

Abone Ol

SAZIMA

Sen petek misali, Veysel de arı

İnleşip beraber yapardık balı

Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı

Ben babamı, sen ustanı unutma

2003 yılında Aşık Veysel’in yukarıdaki meşhur dizeleri ile kaleme aldığım bir yazı idi “Küçük İsmail”. Allah (c.c.) nur içinde yatırsın, kaleme aldığım yazımda yer verdiğim birçok isim artık aramızda değil. Ama bugün yaptıkları ile hepsinin kalbimizde, hatıralarımızda ve manevi dünyamızda ayrı bir yerleri var.

Geçenlerde bir sohbet esnasında konu konuyu açtı ve geçmişe uzandı. Sohbet ortamında bulunan herkes anlattığım olayları köşemde yayımlamamı istedi. Ben de bu yazıyı 19 yıl önce kaleme aldığımı söyledim. Onlar da “O günden bugüne birçok nesil geldi, geçti. Tekrar yayınlaman iyi olacaktır İlhan ağabey. En azından yeni nesiller de yazıyı okuyunca yaşadıkları şehrin geçmişinde yer alan isimleri öğrenerek, kendilerinde bir şeyleri başarma arzusu bulacaklardır.” dediler.

Ben de bunun üzerine 2003 yılında kaleme aldığım bu yazıyı sizlerin de affına sığınarak tekrar yayımlamaya karar verdim.

Beğeni ile okuyacağınızı ümit ediyorum:

“Karakeçili Mahallesi'nde, İnayetullah Camii’nin inşaatı devam ediyordu.

Sonradan, Pardonun Sıddık olarak ünlenecek olan çocuk, koşarak inşaata geldi.

-Ahmet Emmi, müjdemi isterim, oğlun oldu, dedi.

Yıl 1318, yani 1902 idi. Doğan çocuk sonraki yıllarda Küçük İsmail Usta olarak ünlenecek, İlhan ve İsmet Çenesiz’in babası olacaktı.

Küçük İsmail Usta'ya, Gödek İsmail diyenler, Küçük İsmail diyenlerden daha fazla olmuştur.

Küçük İsmail, annesini bir buçuk yaşında, babasını da sekiz yaşına gelmeden kaybetti.

Kendisinden sekiz yaş büyük ağabeyinden başka kimsesi yoktu. O da on beş yaşına yeni gelmişti. O günün şartlarında kendisine bakması başarıydı.

Küçük İsmail; Çorum’un Paşa Köyü'nde yaşayan, kocasını kaybettikten sonra, başkası ile evlenmiş olan anneannesinin yanına sığınmak zorunda kalmıştı. Güzel çocuktu, sevimli afacan hali ile köyde hem şikayet edilen, hem de sevilen birisi oldu.

Peş peşe gelen savaşlar, köyde erkek bırakmamıştı. Kadınlar, çocuklar, birkaç ihtiyar erkek vardı.

İsmail’in köyde geçen, sekiz dokuz senelik hayatında gelişmeler olmuş, büyümüş bıyıkları terlemiş, delikanlılığın eşiğine gelmişti.

Köydeki ihtiyarlardan birisi, Çorum’a eşekle odun götürüp satıyordu. İsmail kendilerinin eşeği ile bu adama katılıp, para kazanabileceğini düşündü. İhtiyar oduncuya:

-Ben de sana katılabilir miyim?

-İyi olur İsmail. Bana şenlik olursun.

Birlikte çalışmaya başladılar. İsmail işe alışmış, para kazanmaya başlamıştı. Kazancını arttırmayı tasarlamaya başladı. Çorum’da yaşayan Paşa Emmi’sine gitti.

-Emmi ben köyden odun getirip satıyorum. Senin eşeği bana verirsen, onunla getirdiğim bir sefer odunu sizin eve yıkar, ondan sonra getirdiğimi de satarım. Hem de bahar geldi, otlar gürleşti, hayvan da çayırını alır.

-İyi olur İsmail. Bizim evin odun ihtiyacı karşılanır, senin de kazancın artar.

Epeyce bir zaman böyle çalışıldı. Eşeğin iade edilme vakti gelmişti. Paşa Emmi ustaydı ve Seceaddinoğlu Konağı'nın inşaatında çalışıyordu. (Azap Sokağı'nda Saray Düğün Salonu’nun bitişiği.) İsmail elinde eşeğin yuları, inşaata girerken, inşaattan birisi çıkıyordu. “Bu adam sonradan eğitimi olmamasına rağmen Çorum Belediyesi’nin Fen İşlerinin yönetimiyle görevlendirilecek olan, Muttalip Usta’dır. “Muttalip Usta; Yakup Gürsel (Ziraat Bankası müdürlüğü yaptıktan sonra 1957-1960 D.P Çorum milletvekili) Dr.Hilmi Gürsel ve Mühendis Kemal Gürsel’in babaları, Operatör Doktor Müfit Gürsel’in dedesidir. Muttalip Usta o günlerde Seceaddinoğlu Konağını inşaa ediyordu. Bu konak benzeri az bulunan harika bir eserdir.

-Paşa Emmim burda mı çalışıyor?

Soruyu soran çocuğu iyice süzdükten sonra:

-Sen herhalde rahmetli Ahmet Usta’nın oğlusun. Benimle gel, emmini göstereyim, eşeğini teslim et.

Birlikte içeri girdiler. Paşa Usta çatının üstünde çalışıyordu;

-Paşa, İsmail eşeğini getirdi, dedikten sonra:

-Emminin eşeğini, şu direğe bağla. Benimle gel, baş başa konuşalım seninle!

İnşaatın uygun bir yerinde konuşmaya başladılar:

-Sen nerede kalıyorsun? Ne iş yapıyorsun?

-Paşa köyde kalıyorum. Bir eşeğim var. Onunla köyden şehre odun getirip satıyorum.

-Kaç kuruş kazanıyorsun?

-Otuz-otuz bir kuruş kazanıyorum.

-Bizimle çalışıp, usta olmak ister misin?

-Hemi de çok isterim!

-Ama, bizde yevmiye, on beş kuruştan başlar. Otuz-otuz bir kuruş alman için vakit ister. Sabreder çalışırsan, on beş kuruş, on yedi olur, yirmi olur, otuz olur, kırk olur. Elli olur, yüz olur, ayrıca usta olursun. Odunculuğa devam edersen, otuz kuruşta kalırsın . Ak sakallı ihtiyar olursun. Kazancın artmadığı gibi, adın da Oduncu İsmail olur. Seçimini yap!

-Yaptım! Sizinle çalışacağım.

-O zaman akşam köye geç git. Hiç kimse ile konuşma, hayvanı köye bırak, yorganını al. Güneş doğmadan çık gel!..

İsmail söyleneni yapar. Ertesi gün yorganı ile inşaat sahasındadır.

İşte o an İlhan ve İsmet Çenesiz’in kaderinin değiştiği andır. Oduncu İsmail’in değil, Usta İsmail’in oğulları olarak doğacaklardır. Rahmetlilerin ikisine de minnet duyuyor, Allah’tan af ve mağfiret diliyorum. Mekânları cennet olsun.

Kaderin ikinci değişim aşaması otuz sene kadar sonra olacaktır.

İsmail’in çalışması, ustasını çok memnun eder. Hassas, önemli işleri başarılı ve çabuk yapmasından dolayı adı “Ateş Usta” ya çıkmıştır. Meşhur Muttalip Usta, meslekteki yerini Ateş Usta’ya bırakmış, oğlu Ali ile birlikte çalışmasını istemiş, ölümünden önce, ilginç bir vasiyette bulunmuştur:

-Evlere dokuma tezgahı kurmaya gitme! Su değirmeni yapma! Tamirine gitme! Çalıştırdığın usta ve işçiler için inşaat sahibinden aldığın paradan kendine pay ayırma !...

Vasiyete aynen uyulmuş, ustanın hanımına ölünceye kadar, elden gelen hizmet verilmiştir.

Vefa konusuna örnek teşkil ettiği için, burada bir anımı anlatmak zorundayım. Katipler Konağı’nın sahibi rahmetli Necmettin Amca vardı. Rahmetli babam bayramlarda:

-Necmettin Amcanızın elini öptünüz mü? diye sorar, biz de öptükse; görevi yerine getirdiğimizi söyler, yoksa Katipler Konağı’nın yolunu tutardık. Bu durum evleninceye kadar devam ettiği gibi, evlendikten sonra da İsmet’le birlikte hanımları da alıp gittik, göreve devam ettik. Kafama takıldı, bir gün, Necmettin Amca’nın elinin öpülmesinin neden önemli olduğunu babama sordum.

-Sizin büyüdüğünüz evi, 1937 yılında yedi yüz liraya aldım. Beş yüz liram vardı. İki yüz liram eksikti. Necmettin Ağa ödünç verdi, evi aldım. Dört ay sonra, borcumu ancak ödeyebildim. Sanırım, onun elini neden öptüğünüzü anladın.

Daha sonra onun için bu kadar kıymetli olan evi 1951 yılında yani, alınışından on dört sene sonra satmış. Parasını yaptırdığı inşaatı tamamlayamayan kayınbiraderine, onun ölümünden sekiz ay önce vermiş. Şimdi Albayrak Otopark’ının oto yıkama yerinde bulunan, iki odalı eve taşınmıştı.

Muttalip Usta’nın vasiyetinden sonraki kısmından sonra, fazla detay bilmiyorum.

Uzunca bir müddet ustabaşılık devri var. Kendisinden sekiz yaş büyük ağabeyi ve ustasının oğlu yanında çalışmaktadır. Yaptığı önemli işler arasında Alacahöyük köyünün şimdiki yerine taşınma işi ve Çorum’da yapmış olduğu binalardan korunmaya alınanlar var.

Bu binaların yapımında ustabaşılar mimarlıktan malzeme satın alma ve ustalar ile işçileri organize etmeye kadar, karmaşık işleri yürütüyorlar, temeller taşçı sıvalar kireççi, kerestelerin hazırlanışı da hızarcı denilen ustaların oluşturduğu ekip, dülgerlerle birlikte çalışıyordu. Bunların içinde en sorunlusu hızarcılardı. Diğer ustalara biçme işini zamanında yetiştiremedikleri iri dişli, ağır, büyük hızarlarının ince işlere uymadığı oluyordu.

Küçük İsmail Usta hızarcılık işinin, makine ile çözülmesinin önemini düşünüyor ve 1945 yılında sadece mil ve bilyaları çelik, geri tarafının tamamı ahşap olduğu gibi, şerit testerenin ve tahrik kayışının kasnakları, bilya yatakları da ahşap olan bir şerit testere makinesi yapıyor. İşte ailenin kaderini değiştiren ikinci olay budur.

Öğle üzeri bir saat, gece iki saat olmak üzere üç saat, elektrik kullanma imkânı vardır. Müşteriye sıra verilmekte, aylık olarak bin liranın üstünde para kazanılmaktadır. Müthiş bir para! Yüz liranın üstünde maaş alan memur yok gibi. Bu durumun içinde yaşadığımdan, okuma konusunu önemsememek gibi bir hata yaptım. Lise diplomasını aldıktan sonra, bizleri yakından tanıyanların, şaşkın bakışları altında, sırtıma iş elbisesini geçirdim, başladım keresteleri biçmeye.

Yetim ve öksüz olarak hayata başlayıp, eşekle odun taşıma aşamasından, devrine göre altın sayılacak işi kuran ve bize devreden, babam Gödek İsmail Usta’ya büyük minnet duyuyorum.

Ruhu şad, mekânı cennet olsun.”

En güzel günler sizlerin olsun