KÖY ENSTİTÜLERİ

Abone Ol

17 Nisan 1940’ta kuruldu, 27 Ocak 1954’te kapatıldı.

Kurulması ve işlevinin emekçi kesimleri bilinçlendirmesi doğaldır ki yönetici sınıfları, kırsal kesimdeki ağaları, özellikle feodal üretim ilişkisi içinde sermayeyi ve tabii ki erki elinde bulunduranları çok rahatsız etti ve kapatılmaları için baskılar başladı.

Sermayenin temsilcileri olarak iş başına gelmiş yöneticilerin bu baskılara dayanmaları beklenemezdi, emir telakki ederek kapatmak için harekete geçtiler. Ülkenin aydınlanma ışıkları söndürüldü. Kapanmaları bilinçli bir tercihiydi yönetici sınıfların, çünkü yönetilenlerin bilinç düzeyi yönetenleri aşmaya başlamıştı.

Bu okullarda verilen aydınlanmacı eğitimin yanı sıra dünya klasiklerini okuma seferberliği, birlikte hareket etme ve kitlelere sömürü çarkının nasıl engellenebileceği bilgisi 1930’larda Almanya’da yükselen ve bütün dünyayı kana bulayacak olan Nazizm hayranlarını rahatsız etti. Ya köylü ve buna koşut olarak yeni yeni serpilmeye başlayan işçi sınıfı uyanırsa? Önce okullardaki eğitim programlarının içeriği boşaltıldı, işlevsiz kılındı. 1947’de Yüksek Köy enstitüsü 1950’de çok partili yönetime geçildiğinde Amerikancı Menderes iktidarının hedefine kondu. Menderes’i iktidara getiren dış güç ülkedeki toplumcu gelişmeyi önlemek için bir dizi uygulamayı Menderes hükümetine dikte ettirdi. Marshall yardımı çerçevesinde süt tozu, un ve benzerleri sokuldu ülkeye.

“Marshall Yardımı için Köy Enstitülerinin kapatılması şartı sunuldu. İsmet İnönü, DP’nin ilk kapatılma teklifini reddetti, ikincisini onayladı. 27 Ocak 1954’de kapatıldı. Köy Öğretmen Okulları da 27 Ocak 1954 tarihinde Demokrat Parti hükümeti tarafından kapatıldı.” (Alıntı, mynet.com sayfasından)

Köy enstitüleri kapatılmasaydı;

İktidarlar halkın taleplerine duyarsız kalamazdı.

Cehalet yenilirdi.

Bilimde, sanatta, felsefede ileri bir aşamada olurduk.

Laik, cumhuriyetçi, aydınlık yüzlü insanlarımız yaşamın her alanında çoğalırdı.

Amerika ile ikili anlaşmalar yapılmayabilirdi.

Marshall yardımı çerçevesinde, süt tozu, içindeki katkı maddeleri bilinmeyen un ve benzeri insan sağlığını bozan besinler ülkeye girmezdi.

Uçak, gemi, lokomotif üretimi durdurulamazdı.

Her on yılda bir işbirlikçi tekelci sermayenin kalkanı olan askeri darbeler yaşanmayabilirdi.

Toplumsal uyanış yükselirdi.

Feodalite çok daha kısa zamanda çözülürdü.

“Abbas Sayar yorganını sıkı sarıp Yozgat'tan çıkıp” gurbet elde ekmek aramazdı.

İsteyene iş, işleyene toprak verilirdi.

Yeni fabrikalar kurulurdu, işsizlik sorun olmazdı.

Ağır sanayi oturur, buna koşut olarak bilinçli sendikal örgütler gelişirdi.

Sarı sendikalar yaygınlaşamazdı.

İşçi sınıfı sınıf bilinciyle örgütlenir, gasp edilen haklarını daha güçlü savunurdu.

Sermaye bu kadar pervasız davranamazdı.

Askeri cuntaları aratmayan iktidarlar oluşamazdı.

Hitler bıyıklılarımız çoğalmazdı.

Nazi etiketli yapılar oluşmazdı.

Açgözlü çeteler vahşi sömürüyü yapamazdı. Sağlıktaki yenidoğan çeteleri, MR görüntüleme sahtekarlıkları oluşamazdı.

Ülke yetersiz yöneticiler tarafından emperyalist sermayeye peşkeş çekilemezdi.

500 milyar doları aşan dış borçlanma yaşanmazdı.

Temel hak ve özgürlükler keyfi olarak kısıtlanamazdı.

Gençlerimiz umutsuzluğa kapılıp yut dışında gelecek aramazdı.

Kapatılmasaydı;

Sınıfımızın, haklarımızın, insan olduğumuzun bilinciyle demokratik iktidarda yaşıyor olurduk.

Bütün bu saydıklarım ve eklenebilecek olumlu noktalar uzak gezegenlerde dolaşmak kadar öte bir hayal gibi gelmezdi.