KONUŞAN DAĞ

Abone Ol

Otuz yıldır aynı yineleme.

700 km git, 700 km gel. Yaz sıcağında Ankara yangın yeri. Yangından kaçıyoruz. Ölümsüz köy arıyoruz. Hüseyin Gazi dağından başını gösteren Güneş'i de arabamızın arkasına takıp Didim'e gidiyoruz. Afyonkarahisar, Denizli, Aydın derken, saklambaç oyunu başlıyor. İkide bir karşımıza çıkıyor deniz.

Gül Yazevi "Nerde kaldınız?" diyor, kucaklıyor kapısına gelenleri. Yol yorgunluğumuz kalmıyor.

Bahçedeki ağaçlara bakıyorum öncelikle. Sonra denize, sonra karşıya.

Karşıda, Akbük körfezi'nin  güneyinde Ilbıra dağları uzanıyor.

Dağlara bakıyorum.

Ege'de dağlar denizi seviyor. Her bir sıra dağ bir yarış atı. İç Ege'den kopup geliyor buralara dağlar. İlla denizden su içecekler.

Ağustos sonuna dek buradayız. Yeni tanışmalarla, eskimeyen kucaklaşmalarla, komşular arası gülümsemelerle renkleniyor günlerimiz.

Komşularımızdan biri de Milaslı Serin ailesi.

"Köyün ne tarafta?" diyorum.

"Ilbıra dağının eteğinde." diyor.

Ta, Milas-Bodrum yolunun ötelerine gidiyor. O dağların adı da Ilbıra dağları imiş. Didim, Milas, Ören, Bodrum arasındaki bu bölgenin adı "Ilbıra" demek ki. Ilbıra bölgesindeki denize dik inen dağlara da Ilbıra dağları demişler.

Yazlıkçılar çoğunlukla sessiz konuşur. Ben de öyle. Sessiz de konuşsan dinleyenin bulunur. Sen dinlemeyi bilirsen dağ taş, kurt kuş dile gelir, seninle konuşur.

Akbük Körfezi'ni aramıza alıp, çok konuşmuşluğumuz oldu karşıdaki Ilbıra dağları ile.

Her yıl bir yerinden yara alır dağ. Dert yüklüdür.

Otuz yıldır yan gelip yattığımız, yaslandığımız, arkasında Bafa Gölü'nü saklayan, Akbük Körfezi'ni kuzeyden saran Karadiken dağı ile ne konuştuk ne dertleştik bugüne dek

Bu son gelişimizde öyle olmadı; o konuştu, ben dinledim.

"Buralardan söz ederken hep deniz, deniz kıyıları, sahiller geliyor aklınıza. Gözünüzü karartıp dalıyorsunuz. Olmadı yakıyorsunuz gözünüze kestirdiğiniz yerleri. Çammış, keçiboynuzuymuş, incir ağacıymış gözünüz görmüyor.

' Yazlık da yazlık!'

Başımdan eteklerime, ayak uçlarıma değin zeytinlikti buralar, kesip kesip yazlık yaptınız. Sadece ağaç olarak gördünüz dağı taşı. Kurdu kuşu, börtü böceği ininden yuvasından ettiniz. Onları doğanın bir parçası olarak görmediniz. Gelip içimize karıştınız, buralarda kalabalık bir aile olarak yaşadığımızı anlamadınız. Siz gelince, akrabalarınız, arkadaşlarınız, dostlarınız da geldi arkanızdan. Çoğaldınız. Yeni yeni sorunlar  yaşamaya başladınız. Görün işte, dostunuz, düşmanınız kimlermiş? Görün işte, insanın insana yaptığını...

Haberiniz yok olanlardan; görmüyorsunuz, duymuyorsunuz. Yıllardır arka yüzümde iş makineleri çalışıyor, dinamit atılıyor, yıllardır yaram büyüyor, kanım akıyor, görmüyorsunuz, duymuyorsunuz. Taş ocağı büyüyor, taş ocağı işletmecisinin sevinci yere göğe sığmıyor. O dinamit sesleri aklını başından alıyor tavşanın, tilkinin, kirpinin. Domuzlar korkuyu kaçırıyor bir o yana, bir bu yana. Anlamıyorsunuz."

Evet, anlayamıyoruz.

Otuz yıldır gelip gidiyoruz buralara. Ağaçların yanına bir ağaç daha dikmedik. Hazırda olanları tükettik. Her yıl, bin ağaç daha, on bin ağaç daha, bir milyon ağaç daha...

Çığlığını duymadık cırcır böceklerinin:

" Cır cır cır

Cır cır cır!"

Sabahtan akşama yürek tüketen yusufçuk kuşlarının feryadına da kulaklarımızı tıkadık:

"Gu guk guk,

Gu guk guk!"

Ne çok söyleyecekleri varmış Karadiken dağının. Ne çok suçumuz varmış!

Ben oldum bir derin dere, o oldu derdini derin dereye döken bir garip dertli. O konuştu, ben dinledim.

Suçlu olan ne konuşur?

O konuştu ben dinledim.