KERBELA FACİASI-4

“İhtilal evlatlarını yiyor” diyen Fransız filozofu Jan Jak Russo’nın dediği gibi ehlibeytin gasp edilen hakkını almak üzere ortaya çıkan Abbasi düşüncesi ne yazık ki sonradan saltanat hırsı ile ehlibeyt düşmanlığına dönüşmüştür.

Abone Ol

Demek ki değişen bir şey yok. Bugün DEAŞ’ın sözde İslam adına ortaya çıkıp, çıkarılıp da müslümanları katlettikleri gibi, makam, mevki, saltanat ve idare merakı insanları saptırıp kendilerini, kendi ideallerini yok etme noktasına getirebiliyor. Buradan da anlaşılıyor ki, bu işlerin aslı nesli maalesef politik ve siyasi amaçlı olmalarıdır. Gerçekte Allah rızası olsaydı neticeleri asla olumsuz olmazdı. Tarihe göz atanlar bunu hemen görebilirler. Önceleri bir amaç uğruna bir araya gelenler gayelerine ulaşınca birbirlerini saf dışı etmek için benimsedikleri gayelerini çiğneyebiliyorlar. Tarih bunun her zaman canlı şahididir. Kerbela olayı da bu açıdan dünyadaki iktidar sahiplerine çok önemli ve ilginç bir ibret örneğidir.

Üçüncü tespit:

Kerbela olayının araştırılmasından çıkan üçüncü tespit de şudur: Bu olayda akıl ve mantıkla bağdaştırılamayan bir takım zıt davranışların mevcudiyetidir. Bir kere şunun iyi bilinmesi şarttır.

İslamiyetin ana kaynağı Kur’an’dır. Onun tebliğcisi Hz. Muhammed SAV.in sahih doğru söz fiil ve görüşleridir ve ulu Allah’ın insanlara ihsan ve ikram ettiği en büyük nimet olan akıl ve mantıktır. Bazı insanlar her şeyin Kur’an’da tekrar tekrar sayılmasını arzu ederler. Eğer bu olsaydı binlerce Kur’an ortaya çıkar, o zaman Kur’an okunmaz, anlaşılmaz, uygulanmaz bir hal alırdı. Onun için Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in kesin buyrukları dışında üçüncü ve en keskin delil akıl ve mantıktır. Bir meselede Kur’an, R.SAV.in özlü söz ve hareketleri yoksa o zaman rehber Kur’an’a bağlı akıldır. Onun içindir ki, Kur’an’da birçok ibretli olaylar sayılırken ayetin sonunda “onlar akıl etmezler mi, düşünmezler mi, akıllarını kullanmazlar mı” gibi ifadeler yer alır ki, bu ifadeler aklın en yüce delil olduğunu bildirir.

Bu açıdan Kerbela olayına baktığımızda; bir takım ehli sünnet sünni ve alevi özellikle Şia-İran Aleviliği alimleri ve araştırmacıları bu işin başlangıç noktası olan Hz. Ali R.A. hazretlerinin hilafet nedeni ile Hz. Ebubekir R.A., Hz. Ömer R.A. ve Hz. Osman R.A. ve diğer büyük sahabilerden bazılarına olan kırgınlığıdır. Bu hususta yapılan incelemelerde de Hz. Ali R.A. hazretlerinin kırgınlığı kesin ancak bu kırgınlık Hz. Ebubekir, Hz. Ömer zamanında hatta Hz. Osman zamanında bile fiiliyata dönüşmemiş, Hz. Ali açıkça bir mücadeleye girişmemiştir.

Hz. Osman zamanında ve sonrasında Hz. Ali halife olunca bu işler harp noktasında ortaya çıkmıştır. Sıffin Savaşı, Muaviye, Hz. Ali arasında, Cemel vakası ve diğerleri gibi İslam hilafet tarihine baktığımızda Hz. Peygamberden sonra hemen ölümü anında hilafet konusu ortaya çıkıyor. R.SAV.in mübarek naaşı defnedilmeden sahabiler, kabilelerin her biri halifenin kendilerinden olmasını arzu ediyor. Bu işe kimin getirilmesi daha uygundur, hususunda ashabın hepsinin fikrini almak mümkün olmuyor. Birtakım kargaşalıklar oluyor. Hz. Ali ve ehlibeyt R.SAV.in techiz tekfin yıkanması, kefenlenmesi ve defni ile meşgul oluyorlar. Bu arada hilafet meselesi ile ilgilenmeye fırsatları olmuyor. Neticede genel olarak kargaşayı önlemek, huzuru sağlamak için Hz. Ömer, Hz. Ebubekir, Hz. Osman ve Aşereyi Mübeşşere (cennetle müjdelenenlerden) bazıları ve sahabilerin çoğunluğu ile Hz. Ebubekir R.A. en yaşlı, en tecrübeli R.SAV.in en yakın dostu vs gibi özellikleri ile halife seçiliyor.                 (SÜRECEK)