Önünüze bir dünya haritası alıp bakın.
Şu an, tüm yoğun çatışmaların, İslam coğrafyasında olduğunu göreceksiniz.
Libya'dan Pakistan'a kadar her yerde huzursuzluk ve çatışma var.
Yoksulluk var; gerilik / gericilik var, cehalet var.
Kan var, acı var, yıkım var; yoksullaşma var.
Krallar var; şeyhler var; diktatörler var...
Ayaklarının altında petrol denizi var.
* * *
Bir de Batı dünyasına bakın...
Zenginlik var, eğitimin en iyisi, en kralı var...
Barış var, huzur var, insanca yaşam var...
Savaşların yerini işbirliği, güç birliği almış; büyük bir dayanışma var...
Neden?
Çünkü eğitilmiş halk yığınları var...
Eğitilmiş halkın seçtiği, eğitilmiş sivil yöneticileri var...
Ayaklarının altında kuru toprak var.
* * *
Bir tarafın ayaklarının altında petrol denizi; diğer tarafın ayaklarının altında kuru toprak…
Bu durumda zengin, mutlu ve huzurlu olması gereken tarafın, İslam coğrafyası olması gerekmez mi?
Elbette öyle olması gerekir ama değil işte…
Bunun nedeni, din olabilir mi?
Mümkün değil...
Niye?
Niyesi şu… Dini İslam olup, dünya uygarlığına öncülük eden pek çok ulusa tanıklık etti bu evren...
Yani?
Yani, sakatlık başka bir yerde demek ki…
durumda o sakatlığı bulmadan, çözüm üretemeyeceğimize göre; gelin, öncelikle o sakatlığı bulalım.
Elimizde, 15. Yüzyıl’da, yeni bir çağ açarak dünya tarihine yön veren bir Osmanlı Devleti örneği var…
Avrupa'dan çok ileride...
Ama daha sonra bir şeyler oluyor; Avrupa ileri giderken, Osmanlı çöküşe geçiyor.
Gelin şimdi de o çöküşün kökenine inelim...
Yıl 1548...
Başta Muhteşem Süleyman var.
Muhteşem Süleyman; Avrupa’yı korkutmuş ama kendi devleti için için kaynıyor. İstanbul’da yaşayan insanlar bile huzursuz.
Muhteşem Süleyman topluyor âlimlerini soruyor:
-Efendiler; bu kargaşanın sebebi nedir?
Huzurdaki mollalar, kadılar, kadıaskerler, beylerbeyleri, vezirler ve veziriazam bir cevap(!) buluyorlar:
-Hünkârımız, bu sıkıntının sebebi; medreselerde okutulan tıp, matematik, coğrafya gibi akılcı ilimlerdir. Bunları kaldırıp, yerine din dersleri korsak; millet yaramazlıktan vazgeçer.
Bu kararla okullarımızdan akıl kovuluyor. Bilimsel araştırmalar sona erdiriliyor.
Bunun yerine fıkıh, hadis, kelam gibi Kuran dersleri konuluyor.
* * *
Oysa o günlerde, Avrupa kiliselerinde şunlar konuşuluyor;
“Bu Türkler, Allah'ın bize yolladığı bir ceza kırbacıdır. Bunlarla nasıl baş ederiz, gelin onu düşünelim…”
Düşünüyorlar…
Tarihi inceliyorlar…
Neticede görüyorlar ki; Müslümanları kendilerine karşı üstün kılan güç, “din değil, akıldır”. “Türklere karşı aklımızı kullanalım”, diyorlar.
Ve böylece akıl ürünü olan bilimi devreye sokuyorlar. Türklerin attığı, tıbbı, fenni, coğrafyayı kapıyorlar.
Böylece; bizler kuyuya doğru inerken; onlar, uzaya doğru yol alıyorlar.
* * *
Geldik bugüne...
Batı dünyası; bugün de “aklı” kullanıyor.
Aklın ürünü, bilimsel sonuçlardır. O da karşımıza; fabrikalar, barajlar, iyi okullar, en ileri iletişim araçları, en ileri savaş araçları olarak çıkıyor.
Oysa İslam dünyası, bu gelişmeler karşısında çareyi daha çok büzüşmekte buluyor. Dine sarılarak, kurtulacağını sanıyor.
Bölgedeki krallar, şeyhler, diktatörler de ‘Din elden gidiyor!’ diyerek, halk kitlelerini bu yoldan uyutuyor.
Çünkü biliyorlar ki; eğitilmemiş, dinle uyutulup, uyuşturulmuş kitleleri yönetmek daha kolaydır.
* * *
Artık şu gerçeği görmek ve kabul etmek zorundayız…
Bu coğrafyada, cehalet at koşturuyor…
Cahil toplumlar üretemezler...
Cehaletin doğurduğu yoksulluk, tüm kavgaların, tek ve öncelikli nedenidir...
Batı dünyası; yoksulluğu ve cehaleti kullanarak, İslam dünyasını kırıp geçiriyor.
Bu işte, ne İsa Mesih’in fazlalığı var, ne Hazreti Muhammed’in noksanlığı...
Sorun dinlerde ya da peygamberlerde değil; sorun, beyinlerimizde…
Sorun zihinlerimizde…
Peki kurtuluş nerede?
O da Mustafa Kemal’in gösterdiği yolda.
Okuyun, araştırın ve düşünün… Tek kurtuluş kapısının, O olduğunu göreceksiniz...
* * *
Yukarıdaki yazı, şuan Yurt Gazetesi köşe yazarı olan Rıza Zelyurt’un, 22.03.2011 tarihinde, Güneş Gazetesi köşe yazarı iken yazdığı bir yazı.
Her devrin yazısı niteliğindeki bu yazıyı, okumamış olanlar varsa, okusunlar istedim.