Okul öncesi çocukluk yıllarımızdan başlayıp, lise yıllarımıza kadar beyinlerimize işlenmeye çalışılan bir öyküdür bu; karınca ve ağustos böceğinin öyküsü…
Sadece bizim değil; tüm dünya uluslarının, çocuklarına aşılamaya çalıştığı önemli bir yaşam dersidir.
Anlayan anlar; anlamayanın da bir kulağından girer, diğerinden çıkar.
Özü itibariyle yoruma açık bir öyküdür.
Post moderndir.
Yani?
Yani, öyle de yorumlanabilir, böyle de…
Kişiden kişiye göre değişir.
Evirilip, çevrilebilir.
Eğilip, bükülüp, karikatürize edilebilir.
O nedenle, mizah yazarları pek bi sever bu öyküyü.
* * *
Okurum Nagehan Hanımefendi, bu öykünün Çinliler, Fransızlar ve Türkler tarafından (yeniden) yazılış biçimini (düzenlemesini) göndermiş.
Benim hoşuma gitti, dilerim sizin de hoşunuza gider.
* * *
Çin yazımı…
“…Karınca bütün yaz çalışır; evini, yiyeceklerini hazır eder.
Ağustos böceği de yan gelir yatar, karıncayla alay eder; tüm yazı, vur patlasın çal oynasın geçirir. Derken kış gelir...
Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde kışı geçirirken, ağustos böceği, açlık ve soğuktan, iki gün sonra ölür.”
* * *
Fransız yazımı...
“…Karınca bütün yaz çalışır; evini, yiyeceklerini hazır eder.
Ağustos böceği de yan gelir yatar, karıncayla alay eder; tüm yazı, vur patlasın çal oynasın geçirir. Derken kış gelir...
Karınca sıcacık yuvasında karnı tok, sırtı pek bir şekilde kışı geçirmeye hazırlanırken kapı çalar.
Kapıyı açar. Gelen, ağustos böceğidir, elinde de bavulu vardır.
“N'aber aptal komşum?” der Ağustos Böceği; “Ben kışı geçirmek için Karaib Adaları'na gidiyorum da, bir isteğin var mı sorayım dedim sana. Hadi bana eyvallah…”
* * *
Ve Türk yazımı…
“…Karınca bütün yaz çalışır; evini, yiyeceklerini hazır eder.
Her canlı, karınca gibi olmak zorunda değildir ki… Ağustos böceği de saz çalıp; ‘gününü gün etme hakkı’nı kullanır.
Bu arada, göz ucuyla da karıncayı izler; aptal karınca, dur durak bilmeksizin çalışmaktadır, sinirlenir; ‘gününü gün etme hakkı’nı doruğa çıkarır.
Tam vur patlasın, çal oynasın modunun doruğundayken de kış gelip çatar…
Karınca sıcacık yuvasında karnı tok bir şekilde kışı geçirirken; ağustos böceği bir basın toplantısı düzenler; “Etrafta onca aç ve üşüyen canlı varken; bu karıncalar, nasıl bir vurdumduymazlıkla, sıcacık yuvalarında yaşayabiliyorlar?" diye tepinip, kamuoyu oluşturmaya çalışır.
ATV, HABERTÜRK, SKY TÜRK, BEYAZ TV ve malum birçok gazete; zavallı aç ve açıktaki ağustos böceği ile karnı tok sırtı pek karıncanın resimlerini yan yana yayımlayarak, tarafları tartışmaya davet eder.
Türkiye olayın şokunu yaşamaktadır.
Nerededir bu devlet?
YBKD’nden (Yeşil Böcekleri Koruma Derneği) bir temsilci, VAKİT, AKİT, ZAMAN, YENİŞAFAK, SAMANYOLU, KANAL 24 ve ÜLKE TV'ye giderek, ‘30 yıldır çektikleri sefaletin tek nedeninin, sırf yeşil renkli olmalarından kaynaklandığını…’ anlatır.
Dünyanın en tanınmış Nobel ödüllü yazarı Orhan PAMUK ve onun aydın(!) arkadaşları; olayı, Avrupa düzeyinde protesto ederek, Türkiye'yi kınarlar.
Konu Bakanlar Kurulu'nda tartışmaya açılır.
Başbakan, ATV, BEYAZ TV, TGRT ve SAMANYOLU TV'ye verdiği özel demecinde; "Daha önceki hükümetler tarafından, sorunları yıllarca göz ardı edilen değerli ağustos böceği kardeşlerimizin, bundan böyle huzur ve refah içerisinde yaşamaları için gerekenler, mutlaka yapılacaktır…" der. Bir iki gün sonra da içi boş, ucu açık “ağustos böceği açılımını” açıklar.
Bu arada TARAF GAZETESİ de, aldığı talimatla çarşaf çarşaf yayınlara başlar. "Tek bir suçlu var, o da TSK..." diye, sekiz sütuna manşet bir başlık atar;
Ülkenin tüm dengeleri, tüm kurumları çatırdamaya başlar.
Sabahın kör saatlerinde, Taraf gazetesinin kapısına bavul bavul belgeler(!) bırakılmaktadır.
O sabah işe en erken gelen Taraf çalışanı, o günün bavulunu açıp, o günün belgelerini(!), Allah ne verdiyse yayımlamaya başlar.
Neler vardır, neler bu belgelerde… İhtilal provaları, cunta girişimleri, faili meçhuller, bel altı çalışmaları, tacizler, tüm ağustos böceklerini imha planları vs. vs…
Sonunda karınca tutuklanıp, yaka paça içeri atılır.
Ülke rahatlar.
Ağustos Böceği, onun evine yerleşir, yiyeceklerine konar, eşyalarının üzerine yatar ve refah içerisinde, gül gibi yaşayıp gider...