KADIN CİNAYETLERİ TOPLUMSAL SORUNDUR

Abone Ol

Ülkemizde kadın cinayetleri, bir toplumsal sorun boyutuna ulaşmıştır. Son işlenen kadın cinayetine yorum yapmak veya henüz olay sıcaklığını koruduğu için yalnızca onun üzerinde durmak, artık ağır bir toplumsal sorun durumuna gelen olayda yaraya merhem olmaz.

Biz konuya genel bir bakışla, toplumsal yaramıza çare arayacağız. Geçmiş yılları bir yana bırakalım, salt bu yılın (2019) ilk yedi ayında kadın cinayeti sayısı 245’e ulaşmış. Bu tablo, tekil cinayet(ler) olmaktan öte açık vahşete dönüşmüştür. Bir de soruna şu yönüyle bakalım : Her dönemde kadın cinayetleri ülkemizde ne yazık ki olmuştur. Ama hiçbir zaman bu dönemdeki ölçüde yoğun olmadı. Neden(leri) nelerdir?

Öncelikle kadın cinayetleri toplumsal ve kültürel bir olaydır. Bir erkeğin öfkelenerek ya da cinnet geçirerek kadını öldürdüğünü söylersek, soruna kökten çözüm bulamayız. Asıl sorun, oralara nasıl gelindiğidir. O altyapıyı neler oluşturmuştur? Trajedinin toplumsal ve psikolojik, ekonomik… boyutları üzerinde duralım; yarayı iyi tanılayalım ki neşter atacağımız yerde çözüm üretebilelim.

Sorunu salt daha da ağır cezalar hatta idam cezasını geri getirerek de başlıbaşına çözme olanağı yok. Öyle olsaydı, idam cezası uygulanan ülkelerde bu tür cinayetlerin olmaması gerekirdi. O toplumlarda kadın hor görülen, 2. sınıf insan konumundadır. Onun için, idam cezasının yürürlükte olduğu ülkelerde de bu cinayetlerde anlamlı bir eksilme yok. Demek ki salt ceza başlı başına çözüm değil. Olayın Sosyolojik, Ekonomik, Politik, Eğitimsel, Dinsel, Tarihsel… kökleri olduğunu yukarıda belirttik.. O halde çözümü de bu eksenlerde arayacağız.

Feodal kalıntıların yoğun olduğu, bizim ülkemiz gibi ülkeler de, erkek egemen toplumlardır. Nazım bir şiirinde ülkemizdeki kadının durumunu “Soframızdaki yeri, öküzümüzden sonra gelen” diye betimlemiştir. Tam da feodaliteye özgü tipik bir tanımdır bu.

Erkek egemen toplumlarda erkek kışkırtılan – şımartılan, kadın susuturulan – bastırılan konumdadır. Örneğin feodal kültürün yoğun olduğu yerlerde, yürürken kadınla erkeğin yolu kesişirse kendinden yaşça küçük de olsa kadın durur, erkeğe yol verir. Sonra kadın geçer. Yine kadın yolda eşinin önünde yürürse kınanır durumdadır. Eşinden en az iki adım geriden gitmelidir Sünni İslam dini gereklerine göre.

Feodal ve dinsel baskının yoğun olduğu toplumda erkek kuldur, kadın ise erkeğin kulu. Kısacası kulun kulu. Kadına böyle bakılınca, kadının geçinemediği eşine ayrılık (boşanma) davası açma hakkı da olamaz. Olursa bu hak, maço erkeğin onuruna, erkeklik gururuna dokunur! Erkeğin tüm olumsuzluklarına karşın kadının hiçbir hakkını savunma olanağı yok! Çoğu yerlerde kadın önemsenmediğinden, anababa kalıtından (mirasından) bile yoksun bırakılır.

Kadının özgür – bağımsız olmasının ilk adımı, ekonomik özgürlüğünü kazanmasından geçiyor. Bu, öncelikli ve olmazsa olmaz koşuldur. Kadın ne yalnızca çocuk doğuran bir kuluçka makinasıdır; ne de salt mutfağa hapsedilmiş, bir mutfak robotu. O, erkeğin eşi ve eş olmaktan gelen eşitidir.

Feodal kültür artıklarından beslenen insanımız ve ona yön veren konumdaki üst düzey yönetici ve politikacıların yaklaşımına bakalım. Yöneten konumundaki politik anlayışa bakalım:

Açılım sürecinde Rize belediye başkanı ne demişti? “Biz terörü bitirmek için Kürt kadınlarını ikinci eş olarak alalım.” söylemi ile kadın bedeni üzerinden ilkel politika.

AKP Samsun il başkanı ise; “Başı açık kadın perdesiz eve benzer, ya kiralıktır, ya satılık” diye saçmalamıştı. İlginçtir, bir yargıç ise “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemek gerekir” buyurdu! Şaşırmayın; evet evet, aynen böyle dedi

Ayhan Sefer Üstün adlı AKP Milletvekili; “Tecavüzcü, kürtaj yaptıran kadından daha masumdur.” diyebildi.

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu; “Bayanlara evdeki işler yetmiyor mu?” buyurmuştu

Başbakan Yard. iken Bülent Arınç;“Kadın iffetli olacak, herkesin içinde kahkaha atmayacak.” fetvası verirken;

Tasavvuf düşünürü olduğu ileri sürülen Ömer Tuğrul İnançer; “Hamile kadının sokakta gezmesi uygun değildir.” emir buyurmuşlardır.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ; “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar.” vecizesiyle tarihte hak ettiği seçkin yeri almıştır.

AKP İl Genel Meclis Üyesi Erkan Ekmekci; ”Kızlar okuyunca, erkekler evlenecek kız bulamıyor.” denkleminin sahibidir.

AKP’li Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan; “Ben kadın – erkek eşitliğine inanmıyorum, kadına şiddet abartılıyor.” diye yüksek tepelerden gürlemiştir.

İ. Melih Gökçek; “Annesi tecavüze uğruyorsa çocuğun suçu ne? Annesi ölsün.” kesin hükmünü koymuştur.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek..”önermesiyle İktisatta yeni bir çığır açmıştır.

Eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu; “Annelerin, annelik kariyeri dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir..” sosyolojik yasasını koyuyor…

6 (Altı!) yaşında kız çocuğu ile evlenilebileceğini sefilce, utanmadan TV’lerde dile getiren, Türkiye’yi dünyaya rezil eden sözde ulemalar Rektör bile yapıldı ülkemizde.

* * *

Bu AKP feodalitesi – dinciliği ile ve kadını öteleyerek, örseleyerek erkeğin kulu görerek cinayetleri önleyemeyiz. Aileden başlayarak özellikle okulda ve toplumsal yaşamın tüm kesitlerinde kadın – erkek eşitliği eğitimi verilmeli, uygulamalı olarak yaşanmalı ve yetişecek kuşaklara olumlu rol modeli olunmalıdır.

Kadın anamızdır, ablamızdır, kardeşimizdir, babaanne, anneannemizdir, en önemlisi de eşimiz ve eşitimizdir. Aynen bir elmanın öbür yarısı gibi. Kadına toplumda hak ettiği yeri sağlar ve insan olarak kadın – erkek eşitliğini içselleştirirsek, sorunlar da büyük oranda çözülecektir.