I
Yeniden doğuş, oluş da diyebiliriz buna, kâinatın doğasıdır. Şeyler, o enerji titreşimleri, kendi döngülerinde kesintisiz devinirler.
Kesintisiz bu akışta bizim “ölüm” dediğimiz kavram döngünün ara eşiklerinden biridir. İşte bu noktada “alışkanlık” boyutuna geçebiliriz. Maddi ve manevi bağlanma…
Her canlı iyi-kötü, güzel-çirkin vb. her şeye alışabilen yapıya sahiptir. Değişen şartlara uyum hayata tutunmanın şartlarından biridir. Burada bir parantez açmalıyız, iyi-kötü, güzel-çirkin vb. ifadeler kişiye, zamana, zemine göre değişen göstergelerdir. Bana göre “iyi” olan size “kötü”, bana “çirkin” olan size “güzel olabilir.
Doğanın yapısı ise gerçeklik üzerine inşa edilmiştir. Gerçeklik, zıtların birliği temelinde bir yapılanma olup kesintisiz değişimle akıp gider.
II
Kaçarken kendine yakalanmak insanın en trajik korkusudur. İnsanın kendine karşı samimi olamayışının bedeli. Bu bedelin en büyük parçası ise mutsuzluktur.
İnsan hayat yolculuğunda yaptığı tercihlerin gerçek sebeplerini kendinden saklayabilen bir yapıya sahiptir. Buna psikolojide “savunma mekanizması inşası” deniyor. Kendi yalanına inanarak kaçak bir hayat kurar kendine.
III
Yanına birkaç harf alıp gitti. Bu tümcede tek gerçek olan gitmesiydi sadece. Hiçbir şey hatırlamasa da o birkaç harf hep onunlaydı.
Her şeyi unuttuğunu sansa da o birkaç harf onun kılcal kökleriydi. Gittiği kente ondan önce gidip karşılarlar onu. Her şeyi unutmuş, onu kimselerin tanımadığı bir kente gelmiştir. O yeni kentte, yepyeni harflerle tanışacaktır.
Kendine samimi olamayan bir canlı türünün doğaya ve topluma ne denli samimi olacağı okurun terazisinde tartılacaktır. Ne diyorduk, okuyan yazandan arif gerek.
IV
Üzülür, kızar, öfkelenir insan; yaptıklarına, yanılgı ve yenilgilerine… Üzünç, kızgınlık ve öfke; aklın, analitik düşüncenin ötelendiği tepkilerdir.
Ağıt yakma geleneği ise insanların bireysel, toplumsal olaylar ile bazen de doğal afetler (deprem, sel vb.) acısını ifade biçimidir. Duygusal bir tepki… Salt sonuçlar üzerinden hareket etmek, olguları analiz edememek ise kaçınılmaz tekrarlara yol açacaktır her dönemde.
Bireysel ve toplumsal tarih ibret alınması gereken zaman kesitleridir. Gel de Mehmet Akif’i hatırlama.
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Kıssadan hisse alabilmek bir algı derinliğidir. Bireyselden toplumsala giderek genişleyen bir açıyla baktığımızda ne çok “tekerrür” var değil mi hayatlarımızda?
V
Zıtların birliği faslındaydık
Tüyden hafif
Kurşundan ağırdı şeyler
Nasıl da
Düş kökünde zerrenin
Hurufat babındaydık ah
Güneşi tutuşturan
Bir aşkla
Sözle ışıktı titreşen
O suret dönüşmesi
Şeylerin
Sonsuz aşkıyla sevginin