Ve cehennem meleklerine teslim ediliyorlar. Beri taraftan haksız, şeriatsız, zulümle idam edilen Hallac’ı Mansur’a da, Allah’a, kadere, teslim olduğu şeriatın emrine boyun eğdiği ve masum olarak şehit edildiği için makamın cennetri, deyip, cennet huri ve gılmanlarna teslim ediliyor. O anda zalim kadı ve halife feryadı figanla Hallac’a yöneliyorlar. Fakat ahiret icra yeridir. Yalvarı dünyadadır. Tevbe ve pişmanlık dünyadadır.
Ama Hallacı Mansur hazretleri o anda cennete giderken ellerini ulu yaradana açıyor. “Ey ulu Mevlam. Herşeyi bilen, çünkü yaratan, zihinleri okuyan rabbim. Arzumu arzediyorum. Yarabbi, bana zulmettikleri ve beni masumen şehit etmelerine sebep olan ve benim cennete ebedi rahata kavuşmamı temin eden bu zalimleri bağışladım ve hakkımı helal ediyorum. Aslında onlar bana değil kendilerine zulmettiler ve benim cennete hesapsız girmeme neden oldular. Ulu Allahım senin yüce merhametin bir deryadır. Benimki ise bir damladır. Sen onları bağışla Allahım” diye yalvarıyor. Benimle beraber cennete girmelerini istiyorum diye yalvarıyor.
Ulu Allah kul haklarını affetmiyor. Ancak kullar helalleşirlerse aradan kullar çıkıyor. Araya Allah’ın sonsuz merhameti giriyor. Yüce Allah, Hallac’a; “Madem ki sen düşmanlarını affettin, ben de senden, kullarımdan ölçülemez oranda daha merhametliyim. Ben de kullarımı affettim” buyurdular. “Affa uğrayan, suç işlememiş gibidir. Onlar da cennete girsinler” buyurdu.
Böylece Hallac ve onun cennete girmesine sebep olanlar cennetin kapısına geldiler. Bu olay Türkistan bilginleri rüyalarında gerçek hayatta gibi dikkatle ve ilgi ile izliyorlar. O anda Hallac hazretleri kendisini idama mahkum eden ve sonra helalleştikleri ve Allah’ın affı ile cennete girmeye hak kazanan Başkadı ve Abbasi halifesine buyurun cennete önce siz girin, derken, geriye dönüp kendilerini seyreden ve mürüvveti öğrenmek için orada bulunan orta asya bilginlerine hitaben; “İşte evatlarım. Buna da mürüvvet derler. Her kişinin değil, er kişinin işidir. Şimdi sorularınızın cevabını aldınız mı?” der ve cennete girerken, “Mürüvvet, seni haksız ve suçsuz yere idama mahkum eden can düşmanını affedebilme erdemi ve yüceliğidir. Bu yücelik önce peygambere, sonra evliyaya, sonra da salih kulların harcıdır” buyurur.
Sabahleyin uykudan uyanan meraklı yolcular hep bir ağızdan aynı rüyayı anlatırlar. Meraklarını giderirler. Demek ki düya bu yüce insanların duaları ile ayakta kalıyor derler ve böylesine yüce insanın ölümüne de üzülürler. Bu gibi rüyalar sadık, doğru rüyalardır. Herkes bu gibi özel rüya göremez.
“Ey izan, vicdan ve insaf sahibi olan okuyucular. Şimdi düşünelim, bu dünyada bu erdemi kaç kişi gösterebilir. Zordur ama mümkündür. Sonuçta Allah’ın rızası esastır. Allah razı olursa; ateş su, nar (ateş) nur olur. Buna kazaya rıza derler. Görelim mevla neyler, neylerse güzel eyler. İşte bunun adına yüce dinimizde ve sosyal yaşantımızda ihlas ve samimiyet denir. Barış ve huzur böyle sağlanır.
*
İHLAS VE SAMİMİYETTEN (İÇTENLİKTEN) YOKSUN OLMAK NANKÖRLÜK, İYİLİK, KADRİ BİLMEZLİK ALAMETİDİR, İKİYÜZLÜLÜKTÜR
Genellikle; insanlarda kendisinde olmayan ve başkalarında gördüğü nimetlerin, imkanların, makam ve mevkilerin kendilerinde de olmasını isterler. Bu ise gayet doğaldır. Ayrıca Allah’ın kendilerine imkan verilmesi halinde bunu insanlar için kullanacağını söylerler. Tecrübe ile sabittir ki bunu söyleyenlerin çoğu arzu ettikleri imkana kavuşunca hırs ve tamaha kapılıp sözlerinde durmaz, daha çoğunu isterler. Bu, insanlaın genlerinde olan bir olgu olup, yüce Allah’ın da insanlara yaptığı sınavlardan bir tanesidir.
işin sonu da nankörlüktür ki, anlamı, nimetin kadrini bilmemek, başkalarında gördüğü nimetin kendisinde de olması halinde onu gerekli olanlarla paylaşacağını, bölüşeceğini, yardımlaşacağını haykırmıştı. Ama nimet eline geçince, o halini çabucak unutuverirler. Maalesef çoğu kez bu durum siyasette, idarede de böyledir.
(Sürecek)