İNSAN YAŞADIĞI YERE BENZER

Abone Ol

“insan yaşadığı yere benzer
o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
suyunda yüzen balığa
toprağını iten çiçeğe
dağlarının tepelerinin dumanlı eğimine"
*
Ne güzel yazmış Edip Cansever…

Aslında şu anda yaşadığı yere değil, doğup büyüdüğü şehre benzer.

Çünkü ben nereye gidersem gideyim, hangi şehirde yaşarsam yaşayayım, içimde hep Çorum’un izlerini taşırım. Çorum, benim için yalnızca doğduğum şehir değil; çocukluğumun kokusu, gençliğimin heyecanı, hayatımın en temiz, en saf sayfalarının yazıldığı yerdir.

Çocukluğumun Çorum’u…Sabahın erken saatlerinde annemin özenle ütülediği siyah önlüğüme beyaz yakamı iliştirdiği, elimde kalem kutumla okula koşturduğum yıllardır. Okulun bahçesinde sıra olurken hissettiğim o heyecan hâlâ içimde. Öğretmenlerimizin tatlı-sert ses tonuyla başlayan dersler, kimi zaman korku, kimi zaman saygıyla karışık bir sevgi bırakırdı içimizde. Onların emeği, hayatımıza kattığı disiplin, bugün bile üzerimde taşımaktan onur duyduğum bir mirastır.

Çorum’un sokaklarında bir başka ritim vardı. Mahalle bakkalında cam kavanozların içindeki rengârenk şekerler, Pereja kolonyaları çocuk gözlerimizi kamaştırırdı. “Bey amcalar”ın ağırbaşlı selamları, “Hanım teyzeler”in kapılarından yayılan kurabiye kokuları, sokaktan geçen satıcıların uzun uzun “dondurmacı geldi” diye uzayıp giden sesleri hayatın melodisiydi. Biz çocuklar sokaklarda seksek, çelik çomak, saklambaç oynarken bu melodinin bir parçasıydık aslında.

Çorum’un en güzel taraflarından biri bayramlardı. Milli bayramlarda tören alanında yürümek küçücük bedenimize kocaman bir gurur duygusu yüklerdi. Dini bayramlarda ise sabah erkenden giydiğimiz yeni elbiseler, kapı kapı dolaşarak topladığımız şekerler, harçlıklar ve bayram yerlerinin kalabalığı hâlâ gözümün önünde. Çocuk kalbimiz için bayram, hem mutluluğun hem de aidiyetin en güçlü ifadesiydi.

Sonra gençlik geldi… İlk bakışmalar, mektuplar, platonik aşklar… O saf ve kırılgan duyguların fon müziği hep 70’lerin şarkıları oldu. Ajda’nın sesi, Barış Manço’nun dizeleri, Fikret Kızılok’un gitarı…Cem karaca’nın gür, İlhan İrem’in ‘yüreğimize dokunan” yumuşak sesi, O melodiler kalbimize işledi.

Bugün bile duyduğumda, içimde gençliğimin titreyen kalp atışlarını hissediyorum. Sanki o yılların heyecanı hiç kaybolmamış, sadece bir köşede saklanmış.

Ama Çorum aynı zamanda bize “elalem”i de öğretti. Kapıdan çıkarken, giyinirken, hatta konuşurken bile içimizde hep şu soru vardı: “Acaba ne derler?” İnsanların onayını almak, saygı görmek, ayıplanmamak… Bazen kendi mutluluğumuzu geri plana itip başkalarının düşüncelerini ön planda tuttuk. Bu, bir yandan bizi daha dikkatli, ölçülü kıldı; diğer yandan, hayatı biraz da başkalarının gözünden yaşamaya alıştırdı

Bugün yıllar sonra, başka şehirlerde, başka hayatlarda bile kendimi ne zaman yalnız hissetsem, aklıma hep Çorum gelir. Çocukluk arkadaşlarımla karşılaştığımda duyduğum mutluluk, aslında onlarla değil, kendimle yeniden buluşmamdır. Onların yüzünde kendi çocukluğumu, gençliğimi görürüm. Çünkü insan, yaşadığı yere benzer; o yerin suyunu, toprağını, kokusunu içinde taşır.

Benim içimde, hâlâ o siyah önlüğün beyaz yakası, buğday tarlalarının kokusu, bayram sabahlarının heyecanı ve 70’lerin melodileri var. Belki de bu yüzden ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım, ben hep biraz Çorum’um galiba.

Çorum’da bayram…Şahika Çağlar trampetiyle…

Şahika Çağlar ve Amerika’da yaşayan kız kardeşi, Diş Hekimi Nilüfer Çağlar Gökbulut…