Kadınlar Günü’nü kutlamamızın ardından, aşkın en çok kadına yakıştığını düşünüyorum.
Aşk, bir kadının ruhunda çiçek açar, olduğu yere ışık saçar, enerjisini yükseltir. Bir kadının âşık olduğu yerde hayat daha güzel akar.
Ne yazık ki, tıpkı doğada yok olmaya yüz tutmuş nadir canlılar gibi, aşk da günümüz dünyasında yavaş yavaş kayboluyor. Artık onu koruma altına almamız gerekiyor. Çünkü aşk, içi boşaltılmış, değersizleştirilmiş, “aşkitom” gibi uydurma sözcüklere indirgenmiş bir hâlde, ruhsuz ve sahipsiz bir duyguya dönüşüyor.
Oysa aşk, insanın en saf, en yüce duygularından biridir. Bir gönülden diğerine uzanan, karşılık beklemeyen, parayla, statüyle ölçülemeyen bir bağdır. Gerçek aşk, bedeni aşan, malı, mülkü, çıkarı unutturan bir ruh halidir. Ama bugün, sevginin yerine konforun, aşkın yerine menfaatin geçtiği bir çağda yaşıyoruz.
Bir insan, sevdiğini söylediği kişiden “bana şunu al, bana bunu ver, ev al, araba al” diyorsa, ortada aşk değil, bir alışveriş vardır. Sevgi, maddi değerler üzerinden pazarlık edilmez. Gerçekten seven insan, sevdiğinin varlığıyla mutlu olur; onun bir gülümsemesi, bir cümlesi bile dünyalara bedeldir. Oysa çıkarcı ilişkilerde her şey bir hesap işine dönüşüyor: “Ne kadar verirsem, ne kadar alırım? Ne kazanırım?” diye düşünen bir akıl, aşkı gölgeliyor, onu küçültüyor.
Oysa aşk özveridir, karşılık beklemeyen bir bağlılıktır. Gerçekten seven bir insan, sevdiğinin yanında olmayı yeterli görür. Onunla konuşmak, gözlerine bakmak, aynı dünyada nefes almak bile mutluluk sebebidir. Eğer bir ilişki maddiyatın yükü altında eziliyorsa, orada sevgi yoktur. Böyle bir ilişki ne ruhu besler, ne de uzun vadede mutluluk getirir.
Kadın da erkek de gerçekten sevdiğinde, ne para ne mal ne de statü hesapları girer araya. Çünkü gerçek aşk, insanın sahip olduklarıyla değil, kim olduğu ile ilgilenir. Bugün hiçbir şeyi olmayan biri, yarın her şeye sahip olabilir, ama kaybedilmiş bir aşk, bir daha geri gelmez.
Oysa aşkı bilmeyen, onu yaşamayan insanlardan oluşan bir toplumda, evlilikler sevgisizliğin gölgesinde kurulur, çocuklar soğuk ve duygusuz bir ortamda büyür. Sevgisiz bir evde büyüyen bir çocuğun kalbinde eksik kalan şey, tüm bir toplumun ruhunu zedeler.
Bizi aşkı yaşamaktan alıkoyan, onu maddi beklentilere indirgememizdir. Oysa aşk, dünyadaki en büyük servettir. Onu değerli kılan, çıkar gözetmeden, saf ve koşulsuz olmasıdır. Ve belki de en büyük kaygımız şu olmalı: Gelecek nesiller, aşkı tanımayacak. O büyük aşk romanları okunmayacak, o iç titreten aşk şiirleri eskisi kadar hissedilmeyecek.
Şimdi, aşkı korumak için bir şey yapmalı. Onu ruhsuz, mekanik, çıkarcı bir dünyaya teslim etmemeli. O yüzden inadına aşk olsun! Tüm kirli hesapların, yüzeysel ilişkilerin, tüketim odaklı sahte sevgilerin karşısında, gerçek aşk inadına var olsun!