Orada yatıyorsun, siyanür ve sülfürük asit içindesin. Biliyorum soluk alamıyorsun, yaşamıyorsun. Üç kuruşluk ekmek uğruna, çoluğunun-çocuğunun rızkı uğruna yatıyorsun. Yakınlarının gözyaşı ve çığlıkları geri getirmeyecek seni.
Toprak zehir, hava zehir, insanlarımız için yaşam zehir.
Dokuz işçisiniz. Dokuzunuz da birer sayı değilsiniz. Türkçesi bozuk ağızlar sizden söz ederken ‘dokuz tane’ diyebiliyor! ‘Tane’ değil insansınız, toplumun birer bireyisiniz, en yüce değeri yaratansınız, emeği üretensiniz. Ellerinizle, gözlerinizle, düşüncelerinizle içimizden birisiniz. Bizsiniz. Yaşamdan koparılan canlarsınız.
Dokuzunuz da anne babalarınızla, evliyseniz eşlerinizle, çocuklarınızla, bu ülkenin gelecekleriydiniz. Binlerce dinamit patlatıldı, üstünüze dağ yıkıldı, dağdan zehir döküldü. Doğanın dengesi bozuldu. Onlar da biliyorlardı böyle olacağını. Önlem almamışlardı, önlem yeni masraf demekti. Bunu yapmak kasalarından bir miktarın azalması demekti. Yaparlarsa az kazanırlardı. Yapmadılar; aç gözlerini, kâr hırslarını hiçbir şey doyurmuyor!
Göstermelik birkaç tutuklama ve yargılama olacak belki, göstermelik cezalar verilecek belki. Hiç yaşanmamış değil ki! Soma gerçeği ortada! İşçi yakınlarını tekmeleyenler bir tek sorumlu bulamamışlardı! Hiçbir yetkili sorumlu görülmemişti, ne resmi ne özel. Bu çevre ve can kıyımında da bulunmayacak. Sıkı önlemler alınmadıkça bu cinayetlerin sonu gelmez! Perşembenin gelişi…
Fotoğrafta görüyorsunuz, azgın bir tarih-öncesi sürüngen gibi önüne geçeni yutarak ilerliyor zehirli atık çamuru. İlerliyor ve yeraltı/üstü sularımızı tehdit ediyor. Jeoloji mühendislerimizi, hukukçularımızı, çevre korumacılarımızı dinleseydik bu ölümcül yıkım yaşanmayacaktı. Kendi mühendislerimize güvenerek altın aramaya başlasaydık çıkarılan altının yalnızca %2’si değil tamamı ülke hazinesine kalacak, yurttaşın refahına harcanacak, yurt dışına, emperyalistlerin kasasına akmayacaktı.
Vahşi sömürü anlayışıyla gelmişlerdi. Cerattepe’den Kazdağları’na doğamızı katlettiler, ekolojik yapımızı katlettiler, göre göre gelen katliamla insanlarımızı yaşamdan kopardılar. Artvin’den Edirne’ye kadar kokusunu aldıkları her dağı düzleyerek, yeraltı sularımızı kirleterek, kansere maruz bırakarak… Hiç bir uyarıyı dinlemeyerek…
Bu bilinen yıkımı ve ölümleri de geçiştirecekler. Bergama ve Kazdağları örnekleri ortada, tek bir ceza alan yok! Ya Ermenek, Kozlu, Soma; 301 madenci, ölen öldüğüyle, yakınları tekme yemekle kaldı, tek bir sorumlu ceza almadı. Düzen kendini koruyor, adamını kayırıyor.
İliç ve yöresindeki faaliyet alanına yakın yerleşim alanlarında oturan yurttaşlara ‘rüşvet’ denecek paralar ödendiği söylentileri basında yer aldı. Yoksulu üç kuruşla susturmak!
Bu yıkıma neden olan şirket Anagold Madencilik şirketi, Kanadalı Gold ve Lidya Madencilik kuruluşudur. Lidya Madencilik Çalık Holdinge aittir. ÇED Raporu'na onay veren Murat Kurum'un başında olduğu Çevre Bakanlığı’dır! Yetmemiş, bir de kapasite artış izni verilmiştir! Yetmemiş, Anagold'un 7.200.000 $ vergi borcu silinmiştir. Neden?
Bu ANAGOLD şirketi derhal durdurulmalı, yaptığı yıkım tanzim edilmeli ve ülkeden sınır dışı edilmeli. Benzer yöntemler kullanan diğer ruhsat sahibi şirketler de incelenmeye alınmalıdır. Biz sömürge ülkesi değiliz. Dünyada sömürge ülke olarak bilinmek, sömürülen bir halk olarak görülmek yeterince aşağılayıcı bir durum!
Şirket faaliyetine ara vermediği gibi eleman aranıyor ilanı verebiliyor. Tepkiler üzerine ilanı geri çekiyor. O kadar cüretli ki hiç kaza olmamış, insanlarımız yaşamını yitirmemiş, çevre ve hava kirlenmemiş gibi altın arama pazarından çıkmayacağını ilan ediyor. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ABD ve Kanada’da siyanürle altın arama yasaklandı. Ama biz sömürgeyiz ya!... İnsanlarımızın yaşam hakkı diye bir hakları yok ya!... Yasa tanımıyoruz ya!... Sahi bir yasa kaldı mıydı?
Her türlü oyunlarla ve halkın gözünden kaçırma manevralarıyla ülkemiz çöplüğe, insanlarımız cenazeye dönüştürüldü. Ben bu akıl almaz uygulamalara “Yeter!” diyorum. Torunlarımın sağlığı, ülkemin geleceği için “Yeter!” diyorum.
Yurdumu, toprağımı, insanlarımı seviyorum. Yurdumun yetersiz insanlarca, açgözlü şirketlerce hırpalanmasına göz yumamam. Sözde ‘milliyetçi’ olduğunu söylemekle, ‘gak, guk’ etmekle, keklik türküsü çığırmakla milliyetçi olunmaz, yurtsever hiç olunmaz. Ülkene, toprağına ve insanına sahip çıkacaksın; yurttaşını aç ve açıkta bırakmayacaksın. Bütün dünyada nasyonalistler/milliyetçiler ülkesini sever ve korurlar, emperyalizme karşıdırlar, yeraltı/yerüstü zenginliklerini emperyalist odaklara peşkeş çekmezler. Bizde de böyle olmalıdır. Böyle olmasını isteyen ilerici, devrimci tam-bağımsızlıkçı düşünenleri hapislerde çürütmezler, düşman ilan etmezler.
Ben yurtseverim, devrimciyim, kurtuluşçuyum; yurduma, toprağıma ve insanlarıma reva görülen bu aşağılık uygulamaya var gücümle karşı çıkıyorum. Yurdumda köle olarak görülmeye karşıyım. Yurttaşlarımın kul değil özgür bireyler olmasını, emeğiyle geçinenlerin horlanmamasını, hakkını almasını, ufalanmamasını esas alıyorum. Bu tavrı almanın siyasetle ilgisi yok, bu yurdunu sevmek! Yurdunu seven her bireyi sömürge uygulamalarına karşı çıkmaya çağırıyorum.
Bu zehri ‘ÇED gerekli değildir’ raporlarıyla iktidar organları onaylıyor hiç bekletmeksizin. Hatta bu şirketlere teşvik de veriliyor, vergi borçları siliniyor daha vahşi sömürmeleri, toplumu daha hızlı zehirlemeleri, çürümeyi hızlandırmaları için. Bir iktidar enine boyuna araştırmadan, korkunç olayların çıkma olasılığı uyarılarına karşın nasıl izin verir? İnsan yaşamına, sağlığına, çevre dengesine nasıl bu kadar duyarsız olabilir? Geleceğimiz zehirleniyor. Doğacak çocuklarımız dahi kanser riski ile karşı karşıya! Bile bile lades demek bu olsa gerek! Fırat’a karışan zehirli atıklarıyla bütün bölgeyi, Fırat’ın suyuyla tüm Mezopotamya’yı katlediyorlar. Bırakın sulama suyunu, yakında içme suyu bile bulamayacağız. Basında yazılanlara göre şirket uluslararası bir soruna yol açmış, sermaye piyasalarında değer yitirmiştir. Artık askerleriyle gelmiyorlar, gözle görülmez bir işgale girişmişler. Truva atları var: çok uluslu şirketleri, ÇUŞ’ları.
Biz kısaltmanın ‘u’sunun üzerine noktalarını koyalım. Ve okuyalım, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin yüzlerine haykıralım: ÇÜŞ!
Bu katliama yanıtımız en azından ÇÜŞ olsun.
Ve kendimize bir kez daha soralım; bu bukağından, bu tuzaktan nasıl kurtuluruz?