HİNDİ YUMURTALARI

Abone Ol

Temmuz sıcağı yakmaya başlayalı epey oluyor. Gün Ağustos’a döndü yüzünü. Sıcak sabahın erkeninde bastırıyor, su arayan serçeler gagalarını daha şimdiden açıp kapamaya başlamışlar. Bizden ürkmeseler koyunların yem yediği ve içine doldurduğumuz suyu içtiği yalağın kenarına konup, kafalarını daldırıp çıkararak ve sağı solu kollayarak giderecekler susuzluklarını. Ben, ortanca kardeşim Erdoğan ve komşumuzun küçük oğlu Sadık bizim evin önünde oyun kurmaya çalışıyoruz. Karşı komşumuz ve kirvemin oğlu Sarı Rıza’yı da çağırmaya gidiyor Sadık.  Kardeşimle bekliyoruz. “Yakala abi” diye bağırarak topu bana gönderdi Erdoğan, yakalayamadım. Evin önü düz olmasına karşın bahçeye doğru alçalıyor ve bahçeye ulaştığında bir adam boyunu geçecek kadar derinleşiyor. Pencereden baktığımızda bahçede kimin olduğu görünemeyecek kadar derin. Bahçeye babamın yağmurlu havalarda çamura dönüşüp kaydırmaması için taş döşeyerek oluşturduğu basamaklardan inip çıkıyoruz.

Taş hem toprağın çamurlaşmasını hem de kayıp düşmemizi önlüyor. Büyük kolaylık. Annem gerektiğinde “Haydi oğlum biraz madenis٭ biç de gel.” dediğinde bu basamakları çabucak inip isteğini yerine getiriyoruz. İşte buradan aşağı yuvarlandı top. Koşarak arkasından gittim, basamakları indim, etrafa bakındım, topu göremedim. Gözlerimin önünde çukurda kalan bahçemize yuvarlanan top yok! Bulacağım ki Rıza da gelince dördümüz top oynayalım, ancak top yok. Bahçenin ekili olan kısmını da ekili olmayan kısmını da tarıyor, bulamıyorum.     

Tam umutsuzluk içinde basamaklardan yukarı tırmanacaktım ki o kara hindiyi gördüm. Hindi benim varlığımı görmemiş veya görüp de paysınmamış٭٭ gibi, kafasını teleklerinin üstüne koymuş uyuklar gibi duruyor. Dikkatlice bakınca gözünü bir açıp bir kapayarak etrafı gözlediğini fark ettim. Ancak yerinden kalkmaması beni şaşırttı. Çünkü tavuk ve hindiler yanlarına insan yaklaşınca kaçarlar. Bu hindi kıpırdamıyor bile. Elime yere düşen kurumuş dallardan birini alıp dürtünce bas bas bağırarak direnmeye başladı ve korkmuş olmalı ki ayağa kalktı. O zaman altında bir düzine yumurta olduğunu fark ettim. Elimdeki kuru dalla hindiyi kovaladıktan sonra girdiğim dikenlerin arasından yumurtaları alıp gömleğimin alt ucunu yukarı katlayarak oluşturduğum boşluğa yumurtaları koydum.

Ayaklarıma diken batmamasına özen göstererek girdiğim yerden çıktım, bahçeyi geçip basamakları tırmandım. Henüz Sadık’la Rıza gelmemişler, kardeşim de Rıza’ların eve yönünü dönmüş bekliyor. Ona seslenmeden eve girdim “Ana, bak ne buldum.” diye kucağımdaki yumurtaları gösterdim. Annem nereden bulduğumu sorduğunda yerini tarif ettim. Bahçenin güney sınırını oluşturan çalılık ve dikenlerin olduğu yeri işaret ettim. Annem “Onlar bizim hindilerin yumurtaları değil, bizimkiler bahçeye girmez, evin arkasında gezerler, karşı komşumuzun hindilerinin yumurtaları, götür Nönü teyzene ver.” dedi.     

Nönü teyzeyle eltisi Elif teyze annemle iyi ahbaplar. Oğulları Nebi ve Niyazi de bizim iyi arkadaşlarımız; okula beraber gider geliriz. Babaları da babamla iyi ahbaplar. Bu komşularımızla sorun yaşadığımızı anımsamıyorum, her iki aileyle de saygılı bir ilişkimiz olmuştur.     Aynı aileden Mustafa Gök’ün oğlu Hüseyin Gök de sınıf arkadaşımdı. En iyi anlaştığım arkadaşlarımdan biriydi, aramızda tartışma bile çıkmamıştı. Uzun uzun oyunlar oynar, sohbet ederek köy etrafında geziler yapardık. Kardeşleri İsmail ve Ali küçük olmalarına karşın oyunlarımızda yer alırlardı. Ne yazık ki çok genç yaşta bir hastalık sonucu kaybettik Hüseyin’i. Vefatından kısa süre önce, Ankara-Dışkapı’da bizim köylülerin araçlarıyla iş beklediği bir kahvenin önünde karşılaşmış, ayaküstü sohbet etmiştik. Hüseyin’in de bir kamyonu vardı ve iş beklediğini söylemişti. 12 Eylül sultasının başıma çarptığı günlerdi, iş arıyordum. Sanırım o civardaki bir kursta ders vermek üzere gitmiş, kurs binasını ararken karşılaşmıştım. Sanki o kadar zaman geçmemiş gibi sıcak bir karşılaşma; oturup çay içmiş, eski ilkokul dönemimizi, köyde geçirdiğimiz zamanları yad etmiştik. Işıklar içinde uyu benim can yoldaşım.     

Kapılarını çaldığımda Nönü teyze “Kim o?” diye seslenerek ağır ağır kapıya geldi. Beni gördü, henüz kucağımdakileri fark etmeden “Hoş geldin oğlum, annen bir şey mi söyledi?” “Anam sana bunları gönderdi.” diyerek kucağımdaki yumurtaları gösterdim. “Ben de bizim anaç hindi nereye bırakıyor yumurtalarını diye merak ediyordum, nerede buldun bunları?” Anlattım bizim bahçenin kenarındaki dikenlerin ve çalıların arasında bulduğumu. Çok sevindi getirdiğime. Bir sahan alıp geldi içerden, yumurtaları dikkatlice sahana dizdi. Geride dört yumurta bıraktı. “Nönü teyze bunları almadın!” diye seslendiğimde, ”Onları anana götür, yarın size kahvaltıda yedirsin. Biraz bekle.” dedi gülerek. Birkaç dakikalık aradan sonra elinde içi vişne dolu küçük sitille döndü “Bunları da götür anana, selam söyle, sağ ol yumurtaları bulduğun için.”     

Bir elimle gömleğimin ucunu tutarak, diğer elimde sitille eve döndüm. Sadık’la Rıza da gelmişler, beni bekliyorlardı.٭ Madenis: Maydanoz.

Paysınmak: önem vermemek, önemsememek.