Hiciv, bir kimseyi, bir toplumu, bir düşünceyi ya da bir göreneği yermek için yazılmış yazı ya da söylenmiş söz, taşlama, hicviye, hiciv ve satir diye açıklanır.
Mizah, eğlendirmek, güldürmek ve birinin bir davranışa incitmeden takılmak amacını güden ince alaydır. Hiciv ve mizahın kökleri, kaynakları birdir.
Mizah da, yergi de (Hiciv) güçsüzün güçlüden öç alışıdır.
Alevi ve Bektaşi kültürü muhalif kimliği nedeniyle yeraltında sürgün vermiştir.
Bektaşi özgür bir insandır. Hoşgörülüdür, açık fikirlidir, esprilidir, güleçtir, bilgedir, alçak gönüllüdür, gerçek bir dosttur. Her türlü bağnazlığın karşısındadır.
1-Alevi’ye sormuşlar: “Alevle ilişkin ne? Yanıtlamış. “ Ateş böceği kadar.” “Nasıl?” “Ateş böceği gündüz görülemez, geceleyin parlar.
Ben de aydınlıkta fark edilmem, irtica karanlığında parlarım.”
2-Bektaşi babası karnı aç, cebi delik, perişan bir şekilde Kahire sokaklarında dolaşırken, pırıl pırıl askeri kıyafetlerle yürüyen birliği görünce yanındaki adama sormuş, “Kimin kulları bunlar? “ Adam da “Kavala’lı Mehmet Ali’nin kulları” diye cevap vermiş. Bektaşi dayanamayarak ellerini havaya açmış, “Hey Allah’ım bir kendi kuluna bak, bir de Mehmet Ali’nin kullarına bak” demiş.
3-Bir seyahatinde yolu Bitlis’ e düşen Bektaşi dedesi, her yanı dere tepe ve engebeli olan şehri oflaya puflaya dolaştıktan sonra ellerini havaya açarak, “Hey Allah’ım bu nasıl şehir, kadeh koyacak bir düzlük bile yaratmamışsın” demiş.
Yaklaşık ben de 10 gün Yalıkavak’taki yazlığımda tatil yapıp az önce İstanbul’a döndüm. Yalıkavak’ın Gündoğan sırtında bir tepenin üstündeki yazlığımda on, on beş metrelik bir düzlüğü olmayan yollarda ine çıka yürürken Bektaşi dedesini hatırladım.
4-Bektaşi dedesi kırsalda bir zeytin ağacının altında zeytinleri ağzına alıp alıp tükürürken yoldan geçen bir ham sofu, “Zındık herif ağzına alıp alıp tükürdüğün o zeytinler Allah’ın yarattığı mübarek meyvelerdir. Neden tükürüyorsun?” deyince Bektaşi ellerini, havaya açıp, “Hey Allah’ım, bu zeytinleri yaratırken bir de ağzına alıp tadına baksaydın ya?” demiş.
5-Kaygusuz Apdal (19.y.y.) ara sıra Tanrı’ya sitem eder.
Ademi balçıktan yoğurdun yaptın, / Yapıp da neylersin bundan sana ne?
Halk ettin insanı cihana saldın, / Salıp da neylersin bundan sana ne?
6-Pir Sultan Apdal da (16-17 y.y.) hayata ve devlete şöyle sitem eder.
Uyur iken uyardılar / Diriye saydılar bizi,
Koyun olduk ses anladık, / Sürüye saydılar bizi..
7-Azmi Baba da ( 16.y.y.) mizahi bir dille Tanrı’ya şöyle seslenir.
Denizleri yarattın sen kapaksız, / Suları yürüttün elsiz ayaksız,
Yerleri temelsiz göğü dayakasız, / Durdurursun acep iskâncı mısın?
8-Nef’i (16-17 y.y.) kendisine köpek diyen Tahir Efendi’ye şöyle cevap vermiş.
Tahir Efendi bize kelp demiş, / İltifatı bu sözde zahirdir,
Maliki mezhebim benim zira, / İtikadımca kelp Tahir’dir…
Bana Tahir Efendi köpek demiş, / İltifatında haklı görünür.
Çünkü ben Maliki mezhebindenim, / Benim inancımda köpek Tahirdir.
9-Şair Nabi ( 17-18.y.y. Urfa) toplumsal içerikli şiirlerinde rüşvetten, kişilerin bencilliğinden, acımasızlığından ve yobazlığından şikayetçidir.
Vermezdi kimse kimseye nan (ekmek) minnet olmasa
Bir maslahat görülmez idi rüşvet olmasa
Yokbi-garaz muamele ehli zamanede
Kimse ibadet etmez idi cennet olmasa…
10-Koca Ragıp Paşa, bütün vezirleri ve bürokratları sarayına çağırarak rüşvet almadıklarına dair yemin etmelerini söylemiş. Herkes yemin etmiş. Haşmet sesini çıkarmamış. Paşa neden yemin etmediğini sorunca, Haşmet, “Paşam beş dakika bekle, bunlar çatlamazsa ben de yemin ederim” demiş.