30 Ocak 2025’te ‘Fırtınalı Denizin Yolcusu’ Sedat Göçmen’i son yolculuğuna uğurladık. Onun devrimci kişiliğine saygı duyan bir insan seli aktı Şişli’den Feriköy gömütlüğüne, sevdiği türküler ve marşlar eşliğinde. Hakkında bilinenler, yürüdüğü yol, yaşadığı fırtınanın içinde yürümeye ant içilen, kişiliğini betimleyen kısa konuşmalarla. Devrimci bir yolcuya yakışan kararlı duruşu örnek olmuştur onun gibi düşünene de düşünmeyene de.
Onu yolcu etmenin üzüntüsü içinde şu kesik tümceler döküldü belleğimden:
“1971’de başlayan bir yol arkadaşlığı… yarım asır… uzun bir yol… dikenli, çakıllı; bitmeyen, yürüdükçe uzayan, düşlerin kovalandığı, emek ve ekmek dostluğu… “ diye yazdım, uğurlamamızın ardından. Bir mücadele dostluğu…
Bir de şu dizeler;
“Göçmen bağımsız özgür bir kuştu
Kocahıdır'dan yükseldi doruklara
Karadeniz dağlarında kanat çırptı
Yorulmak bilmedi fırtınada
Ağzını bıçak açmadı darda
Yoruldu yıllara yıldızlara ulaştı
Türküsü yankılanır kesintisiz fırtınalı sularda”
Yolumuz 1971’de kesişti. O yıl öğretmen okulundan mezun olmuş, Çorum, Ortaköy, Senemoğlu Köyü’ne atamam yapılmıştı. Sedat, Yozgat, Çekerek, Yukarı Kuyucak köyüne atanmıştı. Köy kısa süre sonra Ortaköy’e bağlanmış, ilçe eğitim müdürlüğüne geliş gidişlerimizde tanışmıştık. İşte bu sıralarda bir öğretmen toplantısında sohbet etme fırsatımız doğdu.
71 cuntasının gaddarlıkları, sürek avı, ayyuka çıkan işkence sesleri, görevden almalar, insanları yerinden yurdundan eden takipler ve dahası… Bunları çekinmeden dile getirir olunca dostluğumuz derinleşti. 30 Mart’ta M. Çayan ve on devrimcinin bombalanarak öldürülmesi, bir ay sonra 6 Mayıs’ta Deniz’lerin idam edilmesi, 18 Mayıs’ta Kaypakkaya’nın hunharca parçalanması sohbetimizin temel konusu olmuştu. Bu zulme karşı ne yapılmalıydı, sorusu beynimizi yiyordu. Mart-Nisan Mayıs aylarını bir kitabımda “ölüm ayları” olarak nitelendirdim.
Öğretmen okulunu Ankara’da okurken elime geçen DEV-GENÇ broşürlerini atmamış, yanımda bütün kış kalacağım köye götürmüştüm. Her satırını defalarca okuduğum ve devrimci kişiliğimi derinden etkileyen yazılar. Sedat da aynı dergi ve broşürleri okuduğunu belirtmişti. Bu temelde şekillenen bir devrimci anlayış, devrimci gençliğin çizdiği iz bizi sürekli biraraya getirdi.
TÖS’ün kapatılmasının ardından kurulan TÖB-DER’in ilçe şubesine üye olduk, yoğun kar yağışının olmadığı aylarda hafta sonları ilçeye gidip dernekte buluşmaya, neler yapılacağı üzerinde tartışmaya, bu tartışmalara diğer öğretmen arkadaşları da eklemeye çalıştık. Kendiliğinden doğan bir devrimci birliktelik bizi diri tuttu.
1972 baharında girdiğim sınavda başarı göstererek Gazi Eğitim Enstitüsü’nde yükseköğrenime başladım. O aylarda Sedat şiirle uğraştığımı biliyordu, bazı şiirlerimi okumuştu. Yarıyıl tatilinde köyüne giderken Ankara’dan geçmiş, bana uğramıştı, elinde İlhan Arsel’in Estetik Üzerine kitabıyla. Çok mutlu olmuştum, hâlâ kitaplığımda saklarım.
Sedat bir yıl sonra SBF’ye girdi. Görüşmemiz hiç aksamadı.
72 ve 73 yıllarında başını kaldıramayan gençlik, sessizliğini bozdu ve 74 yılı yazında hareketlenmeye, soyguncu can alıcı oligarşik düzeni yüksek sesle protesto etmeye, fakültelerde dernekler kurmaya başladı. Sedat SBF öğrenci derneğinde devrimci çalışmalara var gücüyle destek verdi. Dernek başkanlığı yaptı. Ben de Gazi’de GAZİ-DER kurucuları arasında yer aldım. ADYÖD, AYÖD dernekleşmelerinde sık görüşür olduk.
Bağlantımız hiç kopmadı, sıkıntılı aylarında çoğu kez bizde kaldı. Öğrencilik yıllarımızda birbirimizin gömleklerini giydiğimiz dahi olmuştur. Ailemin bir üyesi sayardı kardeşlerim, annem, babam. Kardeşlerimin Sedat abisiydi. Bir yarıyıl tatilinde kendi köyüne, Kocahıdır’a gitmiştik. Annesini, babasını, Osman abisini tanımıştım.
Her ikimiz de evlendik. Bu kez sık görüşen aileler olduk.
Bu dostluk hiç bitmedi. Siyasal gelişmelerde DEV-GENÇ çatısında, daha sonraları Devrimci Yol siyasal yapılanması içinde olduk. 71’deki tanışmamız yol arkadaşlığına dönüşmüş ve öylece sürmüştü.
Sedat, Karadeniz örgütlülüğü içinde kararlı davranışı, gülümseyen çehresi, insana umut aşılayan konuşmaları ile çok etkili çalışmalar yaptı. Adı konmamış bir kirli savaşta anti-emperyalist duruşu ile emeğin kurtuluşunu amaç edinen saflarda ödünsüz bir devrimciydi. Gözünü budaktan sakınmayan bireylerin, uzun makalelerin değil örgütlülüğün bu dengesizliğe tek yanıt olacağına inanırdı. Fatsa’nın devrimci bir anlayışla yönetilmesindeki etkisi azımsanamaz. Bu uyanışı gören zamanın başbakanı Demirel tezgâhlanan Maraş, Çorum katliamlarının yaşandığı günlerde ‘Çorum’u bırak, Fatsa’ya bak.’ diye dikkatleri Karadeniz’e yöneltmişti. Çünkü Fatsa’da yeni bir dünyada yaşamanın nüveleri örülüyordu. O nedenle sıkıyönetim daha cunta ilan edilmeden Fatsa’yı dağıtıp, Terzi Fikri dahil, pek çok devrimciyi tutukladı, işkenceden geçirdi.
80 cuntası ilan edildikten sonra da Ankara’da bulunduğumuz aylarda görüşmelerimiz sürdü. Ben ve eşim Ankara’dan Kırşehir’e sürüldüğümüzde koptu bağlantımız. Çok sonradan Sedat’ın Çorum’da yakalandığını öğrendik. İnanıyorum ki yakalanmayıp Karadeniz’e geçebilseydi güneş farklı doğardı üstümüze. Sisli, isli, puslu havaları yaşamazdık belki. Belki de Karadeniz’in kara suları, Ankara’nın puslu havası çekerdi bizi derinlerine. Sonucunu kestirmek güç, ya yanar aydınlık verirdik ya da yol olurdu yürüyüşümüz fakat bugünleri yaşamazdık.
Cezaevinden çıktıktan sonra da ilk duraklarından biri benim evim oldu, kapımın kendisine daima açık olduğunu biliyordu, kapıyı tereddütsüz çalacağını, çekinmeden içeri adım atacağını. Ailemin bir üyesiydi. Çocuğumun Sedat amcası.
İşçisi, köylüsü, gençliği ile ülke yaşamını kökünden değiştirmeyi hedefleyen bir devrimci mücadelenin kararlı, ödünsüz, umudun ve mücadelenin simgesi bir kişilik, bir dost, bir yol arkadaşı, bir yoldaş Sedat.
Karadeniz’in fırtınalı sularına bıraktığımız tek dal kırmızı karanfil oldun. Işıklar içinde yat.
Hoşça kal yol arkadaşım, yarım asırlık dostum. Yıldızlar yoldaşın olsun.
Hoşça kal.