Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi, yerel basının köşe yazarları ile bir kokteyl ve yemekli toplantı gerçekleştirdi. Öncelikle bu duyarlılık ve incelik için teşekkür ediyoruz. Bu etkinlik, Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’nin kültür ve düşün insanlarına verdiği önemi gösterir. Basın toplumun ortak sesi olduğuna göre Belediye toplumun sesine kulak veriyor demektir. Yerel basın ise toplumun kılcal damarlarıdır. Kılcal damarlara kadar inerek, “Kararlarımızı paydaşlarımızla alacağız.” demekten daha demokratik bir tutum olabilir mi?
Toplantıda herkes düşüncelerini özgürce dile getirdi. Olması gerektiği gibi bir toplantı oldu. Ancak orada herkes gibi aynı rahatlıkta konuştuğumu söyleyemeyeceğim. Çünkü benim konuşmam birileri tarafından sabote edildi. Yaşananlara salonda bulunan herkes şahit olduğu gibi, durum kamerayla da kayıt altına alındı. Konuşmamdan rahatsız olanlar meslektaş sandığım küçük bir gruptu; “ferasetine güvenilen” küçük bir grup. Gruptakiler sözümü keserek, alkışla tempo tutarak konuşmamı sabote ettiler. Düşünceye düşünceyle karşılık verememenin, söyleyecek söz bulamamanın ezikliği içinde çaresizliklerini, zavallılıklarını sergilediler bir bakıma. Böyle davranarak gerçeklerle yüzleşecek güçlerinin olmadığını göstermiş oldular.
Oysa ki konuşmamda toplumun çıkarlarına aykırı düşecek, dolayısıyla toplumun sesi olması gereken bazı basın mensuplarını rahatsız edecek bir durum söz konusu değildi.
En yüce hakem halk olduğuna göre, isterseniz halka soralım. Yaptığım konuşmanın neresi halkın, ülkenin, insanlığın aleyhinedir? Halk karar versin.
İşte engellenmeye çalışılan konuşmamın tam metni:
“Değerli Dostlar, Değerli Arkadaşlar;
Sesimizi duyup bizleri dinleme duyarlılığı ve inceliği gösterdiği için Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkür ediyorum.
Benden önce konuşan arkadaşların her biri kendilerine göre önemli olan bazı sorunları dile getirdiler. Kimisi asfalttan, kimisi yoldan, kimisi tehlike oluşturan çukurlardan, kimisi de ulaşımdan söz etti. Hepsi de toplumumuzu ilgilendiren sorunlardır. Toplum adına düşünülüp dile getirildiği için bunları dile getirenler de saygıya değerdir. Fakat ben burada daha farklı bir soruna değinmek istiyorum. Bu anlatılanlar hayatın olağan akışı içindeki konulardır. Benim dile getireceğim sorun ise bunlara oranla daha yaşamsal bir sorundur. Yani ekmek gibi, su gibi, hava gibi yaşamsal bir sorun...
Ben bu sorunu dile getirirken sanılmasın ki olayın kahramanı olmak istiyorum ya da ben sizlerden daha yurtseverim. Eminim ki dile getireceğim konuda herkes benim kadar duyarlı, benim kadar yurtseverdir. Sadece bu salonda bulunanların değil, Misakı Milli sınırları içinde yaşayan herkesin aynı duyguda olacağını düşünüyorum.
Düşünün ki içinde bulunduğumuz salonda masa var, sandalye var, ses düzeni var, mikrofon var, pek çok eşya var, bunlardan birisi eksik olursa, bir şey eksik olur. Hepsi eksik olsa bile çok şey olmaz. Ancak hava olmazsa, bu salonda ancak beş dakika yaşayabiliriz. Beş dakika sonra canlı kalmaz burada. Susuz kalırsak üç veya en çok beş gün yaşayabiliriz. Ekmeksiz kalırsak azami üç hafta yaşarız.
Kısacası, sözü son beş makaledir kesintisiz yazdığım, Ergene Nehri’ne getirmek istiyorum.”
(Ergene adı geçince yandaş basında homurtular başladı. Sözümü kesmeler, söz atmalar filan…)
“Ergene Nehri bölgenin önemli ve ciddi sorunudur. Nehir, uzmanların deyimi ile zehir akıyor. Ayrıca büyük sanayi tesislerinin kanalizasyonu konumundadır. Bilim insanlarının söylediğine göre 1061 adet ağır metal tespit edilmiş. Hepsi de kanserojen… Bu durum yaşam alanlarımıza müdahaledir. Nehirler ülkelerin kan damarları gibidir. Kirlenmiş kanla yaşama olanağı var mı?”
(Sözümü kesmeler, laf atmalar, konsantrasyonumu bozma çabaları kesintisiz devam ediyor).
“Çevreye zarar vererek; akarsuları, nehirleri, denizleri, ormanları, toprağı, havayı kirleterek, doğayı tahrip ederek sanayileşmenin çarpık ve ilkel olduğunu düşünüyorum. Kapitalist düzenin kâr hırsı doğayı tahrip ediyor. Kâr hırsıyla ekolojik dengeyi bozuyor. Kapitalistlerin gözü doymuyor. Doğaya ve çevreye göz açtırmıyor. Seller, yangınlar, kuraklıklar, dondurucu soğuklar, kavurucu sıcaklar, susuzluk; toprağın, havanın, suyun zehirlenmesi ve türlerin yok oluşu ile bütün kıtalarda yaşayan, bütün insanlara kendisini bir felaketler silsilesi olarak, her gün daha çok duyuran ekolojik kriz, yerküreyi kasıp kavuruyor. Kapitalist düzenin “kalkınma, refah, büyüme, ilerleme” gibi tekerlemeleri sadece sermayeye yönelik değil, toplumsal ilerleme ve insanlığın maddi birikimlerine yönelik de olmalıdır.”
(Kesintisiz laf atıyor birileri).
“Şikâyeti Büyükşehir Belediye Başkanlığına yapıyoruz. Fakat biliyoruz ki bu büyük bir proje ve Büyükşehir Belediyesi’ni de aşacak boyutta. Belediyenin kirlenmenin azalması yönünde çabaları olabilir, bazı yaptırım güçlerini kullanabilirler. Bu konu büyük bir ulusal sorundur. Son kırk yıldır nehir zehir akıyor. Ergene Nehri üç bine yakın tesisin atık tehdidi altındadır. Bunların içinde çok uluslu şirketler de vardır.
Nehirden akan zehir buğday, çeltik, sebze, meyve gibi tarım ürünlerine de geçmekte, insan sağlığı yönünden büyük bir risk oluşturmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanı, “Haliç’i nasıl temizlediysek Ergene Nehri’ni de öyle temizleyeceğiz.” diyordu. Yine Sayın Veysel Eroğlu, 2017 yılında, Ergene temiz akacak derken, şimdi 2020’leri konuştuğunu duyuyoruz. Fakat bu da doğru değil. Bilim insanlarının söylediğine göre, Ergene Nehri bugün kaynağından çıktığı gibi aksa ancak 20 yılda kendini arıtabilir. Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’nin bu konuda azami katkılarını bekliyoruz.”
(Salondan aynı grubun protesto alkışları başladı ve devam etti).
Anlaşılıyor ki ben toplantıda, Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi’nin kirli akan Ergene Nehri’ni temizlemek için katkıları neler olabilir? diye sormamışım. Salondaki küçük gruba Ergene’yi kirleten suçlular ve onların basın sözcüleri ayağa kalkın diyerek nasırlarına basmışım. Tepkileri basın sözcülerine yakışır nitelikte olduğu için onları yürekten kutluyorum (!)
Konuşma metnim ortada, tepki ortada, takdir halkımızın.