GENÇLİK FİRARDA

Abone Ol

Küçükken varmak istediğimiz yıllar, yetişkin iken dönmek istediğimiz yaşlar: “Gençlik.”
Söylemesi bile ayrı bir güzellik: “Gençlik.”

Hepimiz bir gençlik dönemi yaşadık. Kanımızın deli aktığı yıllar… İyiliklerimizle, hatalarımızla har vurup harman savurduğumuz “Gençlik.”
Eskiden gençler “kaçamak yapacağım” deyince; güzel muziplikler, çılgınlar gibi eğlenmeler ve en fazla da akla yaz tatili gelirdi.
Şimdilerde öyle mi?
Şimdi vize işlemi, sonrası yurt dışı… Aklımıza ilk bu gelmekte.

İşleri, güçleri, fikirleri ve düşünceleri: yurt dışına gitmek. Onunla yatıp onunla kalkıyorlar.
Randevu alabilen, yerini ayarlayan kaçıyor. Arkasına bile bakmadan, bir veda bile etmeden…
Kaçamak değil artık bu; topuklamak!

Eskiden, her ne olursa olsun, ülkesinde kalıp “vatanına faydalı olmak” fikriyle gidilirdi yurt dışına.
Atasını geride bırakmamak fikriyle vatanda kalanlar, şimdilerde atasını düşünmeyi bırak, lafını bile etmez oldular.
Şimdilerde tek dertleri: “Yurt dışına nasıl gidebiliriz?”e döndü.

Yurt dışına bir şekilde gidenler, para kazanıp vatana dönme hayalleri kurarken; şimdi bir an önce gidip de gelmemek fikrinde sabit kalıyorlar.
Ölümüne gitmek, ölüp de gelmemek…
Fikirler, hayaller hep uzaklar için. Gençlik ha var, ha yok.

Sınır kapıları sonuna kadar açık; tutmak zor gençliği.
Bir zamanlar “bir ayağım yurt dışında olsun” denirken; artık iki ayağımız da yurt dışına gitmiş.
Farkında bile olmadık.
Geriye valiz izleri kalmış sokaklarda…
Hayaller, aşklar, arkadaşlar, sokaklar… Hepsi yurt dışına taşınmış.

Sorsan herkes “Burada kalıp mücadele etmeliyiz.” diyor ama ertesi gün Facebook’ta, Instagram’da bir pasaport fotoğrafı…
Altında bir not: “Yeni maceralara yelken açıyorum...”
Ve yorumlarda sitem ve gizli bir matem:
“Hayırlı olsun kardeşim, bizi unutma... Bizi de götür…”

Evet, gençlik ülkemizi terk ediyor, sebep ne olursa olsun.
Herkesin bahanesi kendine göre haklı.
Bahanesine öyle bir sarılmış ki inanmamak elde değil. Bir de “haklısın” demek zorunda kalıyorsun.
Gençtir, hevesini kırmayalım…

Gittikçe yaşlı nüfus oranımız artmakta.
Sebeplerinden en büyüğü: doğum oranı ve gençliğin, sebep ne olursa olsun, bir şekilde ülkesini terk etmesi.
Doğum oranının azalması ve gençliğin ülkeyi terk etmesinin tek ve başlıca sebebi olarak ekonomi gösterilmekte.

Ülkemizin ekonomisine bakıldığında inanıyorum ki kötü bir ekonomiye sahip bir ülke değiliz.
Diyeceksiniz ki: “Nereden bu kanıya vardınız?”
Birinci kanıtım: yurt dışından gelenlerin hayat ve çalışma şartlarından edindiğimiz bilgiler.
İkincisi ve en önemlisi: dört farklı ülke görerek edindiğim tecrübeler.

Gençler, gidip görmediklerinden; gelenlerin altındaki arabaya, cebindeki birkaç paraya hevesleniyor.
Bilseler ki yaşam şartlarının zorluklarını… İnanın ki ağızlarına bile almazlar “yurt dışı” diye.

Yine de yurt dışı, illa ki yurt dışı...
Şarkılarını nakarat haline getirip söylerler.
Oradakilerin “Gittik bir kere…” cümlesini duymuyorlar ya da kulak ardı ediyorlar.

Bana göre, gençliğin ülkesini terk etmesinin en büyük nedeni: gençlerin burada unutuluyor olması ve anlaşılmıyor olmamız.
Yani gençlerimize güvenmiyoruz.
Sebebi ben de bilmiyorum, bizler de bilmiyoruz.
Bir yerlerde bir eksiklik var ama anlayamıyoruz.

Bazı yerlerde deneyimlilerin çekilerek gençliğin önünü açması, sonuna kadar güvendiğimizi sadece söylemek değil; göstermek gerekir.

Nasıl yani?
Gençlik okuyor (ilkokul), okuyor (ortaokul), okuyor (lise), okuyor (yüksekokul, üniversite)… okuyor!
Yani dört ve üzeri eğitim döneminden sonra hevesle başlıyor iş kapılarını çalmaya.

CV’sinde her şey yazıyor:
İki bölüm bitirmiş, iki-üç dil bilen, bilgisayar dillerine hâkim…

Cevap:
“Hiç deneyiminiz olmadığından iş müracaatınız kabul edilmemiştir.”

Gel de yıkılma!
Sen iş verdin de ben deneyim mi kazanmadım?

Müracaatlar devam, sonuç hep aynı:
“Hiç deneyiminiz olmadığından iş müracaatınız kabul edilmemiştir.”

Hayal kırıklıkları, psikolojik sorunlar ve güven problemi…
Yaş kemale eriyor.
Kız çocuğuysa “kocası baksın” anlayışı ile birazını eledik, ama erkek ne yapacak?
O da mecburen dolu CV’siyle, branşı dışı işlerde günü kurtarırken “tecrübeli” sayılmadığı için işsiz kalıyor.

Mecburen… Sonra “Denize düşen yılana sarılır.” misali:
“Bari deneyimi yurt dışında kazanıp öyle geleyim.” planları başlıyor.

Gençlik de “tecrübeyi” yurt dışında yaşayarak kazanayım diyor.
Bir kafe zincirinde çalışırken diplomasına saygı duyulur diye bekliyor.

Sonuç aynı.
Farkında olmadan orada da diplomasının işe yaramadığını geç öğreniyor ama bakmış ki yıllar geçmiş…
“Daha da yurda dönülmez.” deyip devam ediyor kafelerde çalışmaya.

Hatırlatalım: milyonda bir diplomasıyla bir yerlere gelenlerin hikâyeleri de efsane olup kalıyor.

Şu anda bir havalimanında bekleyen onlarca genç var:
Kimisi eğitim bahanesiyle gidiyor, kimisi “oradan bir iş ayarladım” diyor, kimisi evlenmek bahanesiyle, kimisi de sadece “bir deneyeyim”...

Kalanlar mı?
Onlar da sabır çekiyor, ama nereye kadar?
Bazen “sabır” dedikleri şey, gençliğin son kullanma tarihini beklemek oluyor.

Çöküyor umutları…
Bitmiş bir halde yaşamaya çalışıyorlar. Yaşamak buysa…

Kimse sonsuza kadar “geleceği parlak” kalamıyor.
Bir yerden sonra o parlaklık, cep telefonunun ekran ışığında başvuru yaparken gözümüzü alıyor sadece.

Gidenlere kızamıyorum.
Çünkü gitmek, bazen kalmaktan daha cesurca bir eylem gibi geliyor.

Sonuçta asıl kayıp, bavulunu toplayan gençte değil;
O bavulun neden dolduğunu görmeyen gözlerde...

Sınırlar kalktı teknolojiyle ama bizim için sadece umutlarımızı paketleyip başka ülkelere kargolamak kolaylaştı.

Hem de hayal kırıklıklarından, işsizlikten,
“Sen bu bölümü niye okudun ki?” sorularından…

Hayat bizden sabır istiyor.
Bir bavula sığar mı hayaller?
Pasaport varsa, neden olmasın?..