Dördüncü düsturumuz:
İnsanları asla ayırmayız ve yargısız infaz yapmayız. Her insan yeryüzünde ulu Allah’ın bir ayetidir, belgesidir.
Yüce Allah’ın kudret, kuvvet ve azametinin en çok görüldüğü ve belgelendiği yer insanın bedeni, azaları, organları ve özellikle de ruhudur. Çünkü insanın biyolojik ve ruhi yapısı akıllara durgunluk verecek yüceliktedir. İnce ve kılcal damarlarından beyin, kalp bütün organların yapısı ve yaratılışı ancak bir mucizeyi ilahi ulu Allah’ın işidir, eseridir. Bunun için eşref, mahluk, yani insan yaratılmışların en yücesidir. R.SAV. de insanların sultanıdır.
Neden böyledir?
1-İnsan hür iradeye sahiptir.
2-Sorumluluk taşır.
3-Bütün nimetler onun için yaratılmıştır.
Bunlara karşılık ubudiyet kainatın sahibi ve maliki olan Allah cc. Hazretlerini bilmek ve ona yürekten inanmak bunun doğal sonucu olarak ibadet, yani ameli salih güzel işler yapmak bütün bunların toplamı şükürdür, aksi nankörlüktür, isyandır. Bir de inançsızlık olursa bu da küfürdür ki, cehennem küfür ehli içindir. Affedilmemiş günahkar müminler içindir ve geçicidir. Küfür ehli için ise ebedidir. İmanlılar asla cehennemde kalmaz. Ulu Allah insanlara kendi iradesinden verdiği iradei cüziyye ile hareket eder. Sorumluluğunun kaynağı da budur. Günah ve sevabın kaynağı da budur. Külli irade Allah’a mahsustur. Nedir külli irade: İlahi irade örneğin insanı insan olarak yaratması, erkek veya dişi olarak ayırması, insanı yılan olarak da yaratabilirdi. Ama en şerefli mahluk olarak yaratmış ve onu en yüksek bir şerefle onurlandırmıştır. Yüce Allah’ın üzerimizde hiçbir nimeti olması bizleri insan olarak yaratmışını şükrünü bile ödemekten aciz kalırız. Yüce Allah’ın varlığının, birliğinin, kudretinin, azametinin en kesin delillerinden sadece birisidir. Ölüm gibi, rızık, ecel, kader vs gibi binlerce yüzbinlerce delil Allah’ın varlığını haykırmaktadır.
Burada insana bizlere düşen görev nedir?
Ulu Allah’ın bize verdiği şefkat, merhamet, iyilik ve güzellikleri insanlarla paylaşmaktır. Bakınız yüce Allah cc hazretleri bizleri insan olma onuru için hiç bizi bir birimizden ayırmıyor. Hesabı sonra sorulmak üzere bizlerin isyan ve hatalarını erteliyor. Belki uslanır, tövbe eder diyor diye geciktiriyor.
Örneğin; sabahleyin güneş doğuyor, ayrımsız bütün kainatı ısıtıyor ve ışıtıyor. İnanan, inanmayan, attır, ittir, hayvandır, insandır, günahkardır, asidir, inanandır, inanmaandır demiyor, ütün doğa, hayvanat ve haşerat ortak yararlanıyor. Öyle değil mi? Hava, su, ay, güneş, yıldızlar tabiatta ne varsa hepsi böyle değil mi? Toprak, ben ekin, bitki, meyve, sebze vermem diyor mu? Hayır. İşte bunları düşünmek gerek değil mi? Evet, bunlar böyledir. Ulu Allah bizi ayırmıyor da bizlere ne oluyor ki birbirimize ayrımcılık aypıyoruz ve kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz. Yargısız infaz yapıyoruz. Suçluyoruz, zanna dayalı hükümle insanları potansiyel suçlu görüyoruz ki bunlar zinhar haramdır. İnsan dininin, imanının belki mezhebinin, vatanının, bayrağının, devletinin gayretini güder bu asil görevimizdir. Ama adalete dayalı olmazsa görevi kötüye kullanmış oluruz. Demek ki kötü herkes için kötü, iyi herkes için iyi. Hak ve adalet herkes içindir prensibini unutmamalıyız değil mi?
Hani derler ya, adalet bir gün gelir herkese lazım olur...
Toplumsal olaylarda ferdi açıdan bize düşen olumsuzluğu kırmadan dökmeden düzeltme ikanımız varsa düzeltmeliyiz. Yoksa dilimizle uyarmalıyız, değilse kalbimizden onun kötülüğünü hissetmeli yani onu kınamalıyız ki R.SAV.in tabiri ile “imanın en zayıfıdır bu, yani kötülükler karşısında hiçbir şey yapamamak, aciz kalmak ne acıdır. Çünkü hiç kimse kimseye kişisel ceza veremez. Böyle bir yetkisi yoktur insanın, ancak uyarabilir. Onu da münasip dille yapmalıdır. Aksi ise ihkakı hak, yani devletin gücünü dışlayıp şahsı kendimiz cezalandırmaktır. Bu ise asla caiz değildir. Kan davaları bunun bariz örneğidir.
İslam, af ve bağışlamayı tercih eder ve önerir. Bu da Allah’ın sonsuz rahmetinden bir yansımadır. Buna biz hoşgörü diyoruz.
Netice; suçluya en büyük ceza ona iyilikle mahcup etmektir.
Ne demiş atalarımız:
Düşman seni taş ile, sen d üşmanı aş ile vur. Atasözü İslam’ın hoşgörüsünü özetlemektedir. Orta yol en doğrusudur. Kırıcı değil, onarıcı, yıkıcı değil, yapıcı olalım. Sözümüz özümüz, eylem ve efalimiz bunlar olmalıdır.
Allah yolu, İslam yolu, insanlık yolu. Mevlana, Hacı Bayram Veli, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli... hepsi bu yolu izlemişlerdir.
Bizim düsturumuz yolumuz, hak ve adalete dayalı Cumhuriyet ve Demokrasi erdeminin yoludur.
Hoşçakalın, mutlu kalın.