Geçtiğimiz hafta yeni yıl temizliği yaptım.
Kütüphanemdeki tüm kitaplarımı tek tek elden geçirip, tek tek sildim. Yıllar sonra karşılaştığım eski bir dosta sarılır gibi sarıldım bazılarına. Temizlerken, yerleştirirken onlara torpil yaptım.
Daha sık elime almak, yeri geldiğinde tekrar göz atmak için; o bazılarını, göz önündeki raflara yerleştirdim.
Temizlik sırasında o torpillilerden birinin arasından; biri gazete kupürü, diğeri elle yazılmış iki kâğıt parçası düştü.
Gazete kupürünü daha elime almadan anımsadım.
O gazete kupürü, Can Dündar’a aitti ve usta gazeteci Dündar; “Bir Dost” adlı o yazısında, günümüzde giderek yitirdiğimiz bir kavramı, kendine özgü üslubuyla işlemişti köşesinde.
Çok beğendiğim o yazıyı, arşivime koymak üzere kesmiştim.
Ancak o tür yazıları arşivlediğim ilgili dosyaya koyacağıma, o günlerde elimin altında olan o kitabın arasına sokuşturuvermişim.
Elle yazılmış diğer yazıyı elime aldım.
İlginçtir; o da “dost kavramıyla ilgili” bir yazı idi..
Yazıya şöyle bir göz atınca: benim kaleme aldığım yazılardan biri olduğunu anladım.
… …
Dost, arkadaş, sevgi, vefa, dürüstlük kavramları benim için çok önemli kavramlardır.
Yaşamım boyunca bu kavramlara bakışım hiç değişmedi.
Can Dündar’ın beni çok duygulandıran, çok etkileyen “damardan” denebilecek bu yazısından etkilenip, ben de benzeri bir yazı yazmışım.
Yeni yılın bu ilk gününde (özetleyerek de olsa) bu iki yazıyı paylaşmak istedim sizlerle.
Önce Can Dündar’ın yazısı...
* * *
“Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın... ‘Nereden çıktın lan bu vakitte’ dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında...
‘Gözünün dilini’ bilmeli...
Sormadan, söylemeden anlamalı.
Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında…
Sen, her daim onun orada olduğunu, orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda da gidip onun müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin...
(...)
Ona en mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Sadece alkışlandığında değil, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girmeli.
Baş başayken sövmeli ama alemin içindeyken (mutlaka) övmeli... Sen öyle güvenmelisin ki ona; övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, ‘hak ettim’ diyebilmelisin.
Teklifsiz tekellüfsüz kefili olmalı hatalarının...
Günahlarının da yegâne şahidi...
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş olmalı...
Göz bebeklerin buğulandığında, yaşadığın fırtınayı sezebilmeli...
Ve sen ağladığında, onun da gözlerinden yaş gelmeli...”
Diyor Sevgili Can Dündar.
Bu tanıma, bu duygulara katılmamak mümkün mü?...
* * *
Sizlerle paylaşmak istediğim diğer yazının adı da “Çünkü... Biz Dostuz”.
Henüz bilgisayarımın olmadığı bir tarihte, oturup, elle yazmıştım.
Okuyun bakalım bir hele...
“Bir gün bunalır da sıkıntını paylaşmak istersen; beni ara.; iki elim kanda da olsa gelir, sıkıntını yok ederim...
Bir gün ağlayacak (gibi) olursan da ara beni; belki seni güldüremem ama, seninle birlikte ağlayabilirim.
Bir gün uzaklara kaçmak istersen, beni aramaktan çekinme; belki seni durduramam ama, seninle birlikte koşabilirim...
Bir gün herhangi bir konuda kararsız kalırsan (da) ara beni; seni senden fazla düşünür, sana fikirlerimi, sana varımı yoğumu verebilirim...
Bir gün hiç kimseyi dinlememeye karar verirsen (de); (olsun...) yine de ara beni; ağzımı açmam...
Valla açmam...
Susarım...hiç konuşmam...
Seni dinlerim sadece…
Söylemediklerini hatta söyleyemediklerini de dinlerim...
Bir gün, beni üzdüğünü düşünürsen de (çekinme) yine ara beni; sana kıyamadığımı, kızamadığımı, gücenemediğimi göreceksin...
Bir gün beni arar da (...) benden karşılık alamazsan; bilesin ki artık bedenen sana ulaşamıyorum.
Ama izliyorum seni, hep yanındayım.
Gözüm, gönlüm, dualarım, (olmadı) ruhum, evet ruhum seninle olur…
Öte dünyadan izliyor olurum seni…”